5 Nisan 2008 Cumartesi

"Sanığın İdamına! Delillerin Bilahare Toplanmasına"


“Sanığın İdamına ! Delillerin bilahare toplanmasına…”

Sakarya Başörtüsü Platformu 134. başörtüsü eylemini gerçekleştirdi. Eylemde kapatma davası sürecinde AKP’nin takındığı sığınmacı tutum eleştirilirken, İsrail’in Filistin’de uyguladığı kuşatma ve vahşete karşı Filistin halkının yanında olunduğu mesajları verildi.

Sakarya Başörtüsü Platformu’nun Bulvar AKM önünde gerçekleştirdiği 134. başörtüsü eyleminde; Romanya’nın Bükreş kentinde yapılan Nato zirvesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Afganistan’a yapılacak olan askeri ve sivil desteğin bundan sonra da sürdürüleceğini söylemesinin ABD çıkarlarına hizmet edeceği belirtildi. Eylemde ayrıca kendisine kapatma davası açılan AKP’nin karşıtına sığınma psikolojisi içerisinde hareket ettiği ve bu bağlamda Ergenekon’u ve onun askeri bağlantılarını konuşamadığı ifade edilirken; demokrasinin, sandıktan çıkan oy oranlarının, halkın hak ve taleplerinin militarist oligarşinin kontrolündeki bu ülkede hiçbir anlam ifade etmediği vurgulandı.

SBP adına Sakarya Dayanışma Derneği üyesi Kadrican MENDİ tarafından okunan basın açıklamasında, Romanya’nın Bükreş kentinde yapılan Nato zirvesi ile ilgili şu ifadelere yer verildi: “Geçtiğimiz günlerde yapılan NATO zirvesindeki görüşmelerde Afganistan ile ilgili özel bir görüşme yapılacağı ve asker göndermesi istenen Türkiye’nin ancak niyet beyanında bulunabileceği vurgulanırken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de buna uygun olarak Afganistan’a yapılacak olan askeri ve sivil desteğin bundan sonra da sürdürüleceğini söyledi. Abdullah Gül’ün sözünü ettiği desteğin ABD çıkarlarına hizmet edeceğini belirtmeye sanırız gerek yoktur.”


AKP’yi kapatma davasının 31 Martta Anayasa Mahkemesinde oybirliği ile ayrıca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de oy çokluğu ile kabul edilmesinin hatırlatıldığı açıklamada AKP’nin Ergenekon’u ve onun askeri bağlantılarını konuşamamasının AKP’nin karşıtına sığınma psikolojisi içerisinde hareket ettiğinin bir göstergesi olduğu vurgulandı.

Açıklama, Siyonistlere karşı mücadele etmeye çalışan onurlu Gazze halkına selam edilerek ve yanlarında olunduğu ilan edilerek son erdi.

"Cuntacılar Halka Hesap Verecek", “Başörtüne Ekmeğine İzzetine Sahip Çık” ve “Gazze’ye Selam Direnişe Devam” sloganlarının atıldığı eylemde platform mensuplarınca Yasak Sürüyor; (D)uyuyor musunuz?", "Hepimiz Başörtülüyüz" ve "Yasakçılar Yenilecek, Direnenler Kazanacak" yazılı dövizler ve "Zulme Karşı Direniş, Herkes İçin Adalet" yazılı pankart taşındı.

SAKARYA BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU 134.BASIN AÇIKLAMASI

“Sanığın İdamına! Delillerin bilahare toplanmasına…”

Geçtiğimiz günlerde yapılan NATO zirvesindeki görüşmelerde Afganistan ile ilgili özel bir görüşme yapılacağı ve asker göndermesi istenen Türkiye’nin ancak niyet beyanında bulunabileceği vurgulanırken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de buna uygun olarak Afganistan’a yapılacak olan askeri ve sivil desteğin bundan sonra da sürdürüleceğini söyledi. Abdullah Gül’ün sözünü ettiği desteğin ABD çıkarlarına hizmet edeceğini belirtmeye sanırız gerek yoktur.

Evet! İç siyasette karşılaştığı komployu dış siyasetteki dengeleri gözeterek tolere edebileceğini zanneden AKP, bu haliyle temsil ettiği tabanın hassasiyetleri ve taleplerinden gittikçe uzaklaştığının farkında mı?

Burada hırsızın hiç suçu yok demiyoruz, tam tersine hırsızın tüm yavuzluğuna ve şirretliğine rağmen deşifre edilmesi gereğinden bahsediyoruz. AKP, Ergenekon’un ve bunun arkasındaki gerçek ekibin üzerine sonuna kadar gitmek zorundadır.

Yargıtay’ın AKP’yi kapatma davasının 31 Martta Anayasa Mahkemesinde oybirliği ile ve ayrıca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül açısından da oy çokluğu ile kabul edilmesi ile oluşan ortam devam ediyor. Bundan kısa bir süre önce dile getirilen ve bizim geçen haftaki açıklamamızda ele aldığımız uzlaşma ve diyalog çağrıları yerini AKP’ye ve ona umut bağlayanlara kapatılmaya hazır olun psikolojisine bırakmış durumda. Her taraftan her kafadan ayrı bir ses çıkıyor ama farkında olunmadan da yargı oligarşisi marifetiyle önce yasama ve yürütme yani siyaset sonrasında sivil diğer tüm unsurlarla birlikte bütün bir halk hizaya getiriliyor. Kalbinin ortasına saplanmış hançerle yaşaması istenen bir adama benziyor AKP. En başta verdiği ilk tepkilerden sonra sakin olmaya mutedil olmaya ortamı daha fazla germemeye hukuk sürecine etki etmemeye çağrılıyor AKP. En büyük darbeyi iyi geçinmeye çalıştığı bir dediklerini iki etmediği kendisine dayatılanları görmezden geldiği servetlerine servet katmalarına uygun ortam hazırladığı seçkinci kesimlerden yiyor AKP. Kimseye yaranamamış olmanın ezikliğinde yurt dışı turlarında moral arıyor AKP. Ani bir kararla parti kapatma ile ilgili anayasa değişikliğini gündemine alıyor fakat bu seferde MHP’den destek göremiyor AKP. Almış olduğu yüzde kırk yedi oyun hiçbir anlam taşımadığına inandırılmaya çalışılıyor AKP. Bocalıyor, bocaladıkça dengesini yitiriyor ve korkularıyla baş başa kalıyor AKP. Daha önce çok daha fazla oyla hükümet olanları astıklarını bildiği için “kapatılırsa kapatılsın yeni bir parti kurar yolumuza devam ederiz” noktasına doğru ilerliyor AKP. Ergenekon’u konuşamıyor, Ergenekon operasyonunun asker bağlantıları ile ilgili hiçbir şey yapamıyor AKP.

Bizim daha önce birçok defalar vurguladığımız gibi karşıtına sığınma mantığı üzerine kurulmuş bir siyasi partiden veya hareketten de bunda fazlası beklenemez. Bu doğal bir sonuçtur. Belli tavizlerle ve bir takım işbirlikleri ile gelinen mevki ve makamların asıl sahibinin kim olduğu bu süreçte çok daha net ortaya çıkıyor.

Bu ülkedeki azgın sermayedar kesimler, kartel medyası, bürokratik oligarşik çeteci yapılanma ve hepsinin organizatörü konumundaki askeri vesayet için alınan oy oranının, demokrasi denilen şeyin, halkın hak ve taleplerinin herhangi bir değeri yoktur. Onlar kendi dayatmacı ideolojilerine olan bağlılıkları noktasında önce “sanığın idamına” diye karar verip peşinden “bilahare delillerin toplanmasına” diye karar veren ve bu şekilde on binlerce insanı darağaçlarında sallandıran bir sapkın anlayışın devamıdırlar. Onlar “bu ülke bir CHP Devletidir” zihniyetindeki gemi azıya almış olanlardır.

Onlar seksen küsür yıldır kendi halkıyla kavgalı ve halkına her türlü eziyeti reva görenlerdir. Onlar Hrant Dink davası ile ilgili Meclis Araştırma Komisyonunca ifadeleri alınmak üzere çağrıldıkları halde gitmeyecek kadar yüzsüz ve pişkin olanlardır. Şimdi sormak istiyoruz; bu oyunu daha kaç kez izlemek istiyorsunuz? Daha kaç partiye umut bağlayacak ve daha ne kadar zillete rıza göstereceksiniz?

Başörtünüze, ekmeğinize, izzetinize saldırılmasına daha ne kadar sessiz kalacaksınız? E

zilmekten, aşağılanmaktan, korkmaktan ne zaman yorulacaksınız?

Yapmış olduğumuz bu 134.basın açıklamamızı kuşatma ve çok zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye ve İşgalci Siyonistlere karşı mücadele etmeye çalışan onurlu Gazze halkına selam ederek ve yanlarında olduğumuzu ilan ederek bitirmek istiyoruz.

Sakarya Başörtüsü Platformu Adına Sakarya Dayanışma Derneği






Devamını Oku...

3 Nisan 2008 Perşembe

Bir Başörtüsü Hikayesi

Burası bir kumaş pazarı... Ben de bir zamanların gözde bir kumaşıydım. Ama şimdi eskisi gibi bana rağbet etmiyorlar. Modam geçmiş. Renklerim canlı değilmiş. Yaşlı işiymişim. Bu yüzden diğer parlak renklerin altında kalmış, ezilme tehlikesiyle karşı karşıyaydım O karanlık ve tozlu yerde yıllardan beri bekliyordum. Üstümdeki top kumaşların parçaları bitiyor, yenileri geliyordu. Ustam kumaşları düzlerken bazen bana gözü çarpıyor esefle Yer kaplıyorsun yıllardan beri burada. Seni artık buradan kaldırmak gerekiyor diyordu kendi kendine.

Hayır diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Bir gün elbet beni de alan biri bulunacak

Diğer havalı renkler alay ederek Komik olma, artık senin yüzüne bakan bile yok. dediler. Bir de bize bak. Ne kadar da güzeliz! Renklerimiz şeker gibi. Desenlerimiz göz alıcı. Oysa sen ne kadar da iç karartıcısın!

Kendimi savunarak Hiç de iç karartıcı değilim! Bir zamanlar ben de yok satıyordum. Aranan bir kumaştım!

O bir zamanlardı şekerim, şimdi bayanlar kendilerinin farkına vardılar. Daha güzel olmak istiyorlar. Daha çekici, daha göz kamaştırıcı olmak istiyorlar. Ama sen mahkeme suratlısın! dedi uçuk bir pembe kumaş.

İşte her gün böyle sözler duyuyor, gittikçe daha derinlere doğru kayıyordum. Doğru söylüyorlardı. Benim çoktan modam geçmişti. Oysa önceden bayanlar dikkat çekmemek için beni tercih ederlerdi. Benden genellikle başörtüsü yaparlardı . Ben bunları düşünürken içeriye genç bir bayan girdi. Ağır tavırlarıyla, sade giyimiyle vakarlı birine benziyordu. Ben bütün olanları diğer kumaşların altındaki küçük bir aralıktan izliyordum.

Ustam müşteriyi görünce buyurun küçük hanım, yardımcı olabilir miyim? dedi.

Genç kız sakin bir edayla bakışlarını kumaşların üzerinde gezdirip başörtülük bir kumaş arıyorum diye bir kuş gibi şakıdı. Bunu duyar duymaz kalbimden vurulmuştum. Bizim bulunduğumuz yere doğru geliyorlardı. Üstümdeki uçuk renkli kumaşlar güzellik yarışına girmiş gibiydiler. Benim duyduğumu onlar da duymuş, üstümde debelenip duruyorlardı. Fısıldayarak susun geliyorlar dedim.

Portakal rengi bir kumaş Eee sana ne oluyor? Biz varken senin hiç şansın yok! dedi eğlenerek.

Şans mı, kader mi göreceğiz! dedim. Genç kızın beni görmesini çok arzu ediyordum. Ama nasıl? O kadar derinlerde kalmıştım ki, ustam beni zahmet edip çıkarır mıydı?

Ustam eline fıstık yeşili bir kumaşı alıp Küçük hanım bu renk size çok yakışır. Şimdi genç kızlar hep bu renklerden alıyor. dedi.

Genç kız kumaşa göz ucuyla bakıp pek tenezzül etmedi. Diğer kumaşları inceliyor gittikçe gül yüzüne bir kaygı gelip oturuyordu. Ustam da genç kıza yardımcı oluyordu. Yine siz bilirsiniz ama bence yaşınıza şu pembe, turuncu rengi çok uygun. dedi.

Renkli kumaşlar hep bir ağızdan Eveeet! dedi.

Kendimi göstermek için büyük bir çabaya girmiştim. Ama diğerleri beni itekliyor, kendileri öne geçmek için beni eziyorlardı. İyice bunalmıştım. Ahh boğuluyorum, çekilin üstümden be! diye bağırmak istiyordum. Mutlaka beni arıyordu.

Genç kız hayal kırıklığıyla Aradığım burada değil galiba! dedi.

Buradayım küçük hanım, ne olur devam edin! diye bağırmak istiyordum. O kadar altta kalmıştım ki, gördüğüm tek şey karanlıktı. ALLAH'ım ne olur bana yardım et! dedim debelenerek.

Genç kız kumaşlara üzgün bir şekilde bakıp Teşekkür ederim. dedi ustama. İşte gidiyordu. Ustam desen beni unuttu. Usta! Duymuyor musun beni? Bak ben buradayım! dedim çaresizlikle. Biliyordum ki beni duymayacaktı. Kaderimin gül yüzü gidiyordu işte.

Ustam üstümdeki kumaşları düzlerken bir şey hatırlamış gibi birden Küçük hanım bir dakika! deyip üstümdekileri boşaltmaya başladı. Aman ALLAH'ım, giderek rahatlıyordum. Ferahlıyordum. Diğer kumaşlar mızmızlanıyordu. Kıvrak bir hareketle beni hızla çekip Seni tamamen unutmuşum. dedi kendi kendine yine. Alıştık usta artık bu unutmalarına!dedim ben de.

Genç kız beni görünce hızla yanımıza geldi. Gözleri ışıldıyordu. Bana sevgiyle dokundu. İşte birbirimize ilk sevdalandığımız an. Gözlerini benden alamıyordu. Ben de onun gül yüzünden. Kader bizi bir araya getirmişti sonunda. Diğer kumaşlar bize gıptayla bakıyordu.

Bilge bir kumaş Eyvah dedi. Eyvah, çok gözyaşı göreceksin!Evet dedim. mutluluk gözyaşları

Eve geldiğimizde genç kız dakikalarca aynanın karşısında benden gözünü alamadı. Yıllardan beri böylesine değer verilmemişti bana . Beni başına örtüp namaz kılıyor, Kur'an okuyordu. Hiç böyle duygular yaşamamıştım. Dışarıda gül yüzlümü bir kalkan gibi koruyor, kem gözlerden saklıyordum. Onunla çok güzel günlere şahit oldum. Arkadaşları tarafından çok sevilen bir kızdı. Bazen dostluklarını kıskanıyordum. Benim onu sevdiğim gibi acaba o da beni seviyor muydu?

Sürekli ders çalışıyor, kitaplar okuyor, uzun uzun düşünüyordu. Bazı geceler masanın başında uyuyakalıyordu. Kimi zaman uzaklara dalar, akşam olduğunda bir nilüfer gibi kendini iç dünyasına kapatırdı. Sonra gözleri bana kayar, gül yüzü gerçekten bir gül rengini alırdı.

Bir gün ikimiz de korkunç bir şeyle sarsıldık. Mutlu günler sona ermişti artık. Gül yüzlüm artık okuyamayacaktı. Okuluna devam edemeyecekti. Okuma hakkını elinden almışlardı. Çünkü beni tercih etmişti. Başörtüsünü... Olmadık hakaretlere uğruyor, herkes geleceğini bilir gibi karanlık masallar uyduruyorlardı. Artık bizim için yeni bir süreç başlamıştı. Gül yüzlüm baskılara direnecek, kendisiyle aynı yasaklara maruz kalanlarla yeni ve anlamlı dostluklar kuracaktı..

Zulme, sürgüne dûçar edilmişti.
Bu bir başörtüsü sevdası olmalı.
Sabret gül yüzlüm, sabret!
Şu an karanlık.
Belki gecenin en koyu olduğu bir vakit.
Şafak yakındır gül yüzlüm, şafak yakındır.
Başak başak olacak bir gün ümitlerimiz.
ALLAH'ın rahmet kanadının altında buluşacak bir gün ellerimiz.

ne güzel bir başörtüsün dile gelmesi

Devamını Oku...

2 Nisan 2008 Çarşamba

Bir Yazı Yazdım Doğru mu Söylüyorum Yalan mı ?

Ve ellerinden hakları alınan,sırf inancından dolayı horlanan,hep bir yerlere itilmeye çalışılan,sesi kötülük için hiç çıkmadığı halde sesi hep kesilmeye çalışılan kızlar…
Evet gün geçtikçe yükselen bir dalga olarak 60 lı yıllardan bu günlere kadar uzanan Türkiyede ki başörtüsü yasağı hep bir çatışma ve tartışma konusu olarak ülke gündeminde tutulmaya çalışıldı. Bu konuyu birileri her neden ise gerginlik ve çatışmaların bir simgesi haline getirmeye çabaladı.Başörtülüler özgürlükten, Allahın rızasını kazanmaktan hareketle,örtülerinin bir simge ve ayrımcılık olmadığını anlatmaya çalış ise da dinleyen olmadı. Gerçeği ama sadece gerçeği duymak istemeyenler için ise zaten dinlemek,anlamak çok zordu.
Başörtülüler,yasak gerekçelerini hak etmediklerini savunsalar da başörtüsü yasağına taraftar olanlar iddialarını,bir kılıkkıyafet tanımı ve irtica söylemi üzerinden sürdürdü. Sorunun çözümsüz olarak ortaya konması ise yıllarca devam etti.Demokrasi söylemlerine karşılık halk kitlelerini hiçe sayanlar seçim zamanları başörtüsü sorununu çözmek için bir çok vaatte bulunsa da,bu koca bir yalan olmaktan öteye gidemedi.Onlara göre Batılı hemcinsleri gibi giyinmeyen kadınlar,cahil ve eğitilmesi gereken kişiler olarak toplumda yer aldı.Kimi zaman ise çözüm aramaya değer bir mesele olmaktan uzaklaştırılarak gündemin kıyılarına itildi. Ama yasaklar ya da yok saymalar yoluyla başörtüsü bir mesele olmaktan çıkmadı, ama bu yasaklar ülkemize maddi ve manevi olarak güç kaybettirdi.
28 Şubat süreci de başörtülüleri kendi konumlarından çekinecek, sakınılacak bir durummuş gibi algılayacak hale düşürmeyi hedefledi.O günden bu güne ise Türkiyede artık bu kısır döngüyü aşacak atılımın yapılması beklendi.
Ne zaman bu konu gündeme geldi ise de gerek medya gerek bazı kesimler laiklik elden gidiyor safsataları ile mahalle baskısından, yalan haberlere, iftiralara kadar bir çok yolu deneyerek yasakların son bulmaması için direndi.Tam bu sorun bir hak olarak görülür mü aslında bu söylenenlerin hepsi yalan,yalan olduğuna göre bu bir gün ortaya çıkar mı diye beklendiği ve hak arayışlarının devam ettiği bir süreçte ise Başbakan Erdoğanın, üniversitelerde ki başörtüsü yasağı konusunda İspanyada değerlendirmelerde bulunması ve Türkiyede başını örtenlere başörtüsünü siyasi simge olarak kullanıyorsun şeklinde baskılar yapıldığını söylemesi,ardından Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?Burada ki dert başka aslında. Biz bunu çok iyi biliyoruz. Bunu maalesef takdirde zorlanıyoruz demesi,konuyu yoğun bir şekilde tekrar gündeme taşıdı. Tüm engelleme
çabalarına rağmen AKP ve MHPnin mutabakatı ile Başörtüsünün üniversiteler de serbest olmasını sağlayacak değişiklik meclis gündemine getirildi. TBMMde kabul edilen başörtüsü ile ilgili yasa değişikliği Köşke Cumhurbaşkanı Gülün onayına sunuldu. Bu süreçten sonra neler olur tam anlamı ile bilinmez ama bilinen bir gerçek var ki bu gerçekler ne kadar yalanlasa da doğruyu değiştiremez...
O da şudur ki;
Müslüman bir bayan başörtüsünü sadece ve sadece Allahın emri olduğu için takar.Örtüsünü siyasi bir simge olarak kullanmaz.Vatanını çok sever ve onun asla bölünmesini istemez.Zorla ve baskı ile kimsenin örtünmesini düşüncesinden bile geçirmez.
Ama bilinen bir şey var ki bu ülke de birileri kamplaşma istiyor ve bunun için çaba sarf ediyor.
Bizlere düşen görev ise açığı ile kapalısı ile bu oyunlara düşmemek.Bizlere uzanan kardeş elini geri çevirmemek. Empati yolu ile birbirimizi anlayıp kaygıların yersiz olduğunu ortaya çıkarmak ve asıl bölünmeyi isteyenlere bizlere asıl yakışan bu diyerek bu resmi sunmak…

Devamını Oku...

Gerçekten Hicap Duymak Gerçek Hicab ile Mümkün Olur!

İnsanoğlu, ilerlediği yolda hakkı ile sebat etmesi için yaratıldığı andan bu zamana kadar birçok yol gösterici mesajla muhatap olmuşsa da çoğunlukla bu mesajla olan bağlarını koparmış, kendinden sonraki nesillere tahrif edilmiş veya eksiltilmiş bir inanç sistemi bırakmıştır. Kurtuluşa davet olan bu mesaj silsilesini takip eden nice az sayıdaki toplulukların ilahi mesajın doğru iletilmesi için sarf ettikleri çabalar ise bu gerçeği değiştirememiştir.

Yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağılmış eski ve yeni birçok medeniyeti incelediğimizde geçmişlerinden aldıkları mirasın tahrif edilmesine rağmen bazı unsurlarda ortak noktaları olduklarını görebiliyoruz. Örneğin ilk peygamberden bu yana farziyetini koruyan namaz ibadetinin bir benzeri, putperest Uzakdoğu öğretisi olan Budizm’in içinde karşımıza çıkar. Çeşitli dua okumalarıyla kıyam ve secde hareketlerinden oluşan bu ritüelin aslında şekil olarak namaza ne kadar çok benzediğini görmemek imkansızdır.

Toplumların inanç miraslarının kesiştikleri noktalarda görebildiğimiz bu gibi unsurların en göze çarpanlarından biri de örtünme eylemidir. Günümüzde semavi dinler olarak ifade ettiğimiz inançların içinde bulunan örtünme emri, gelmiş geçmiş birçok medeniyetin inancında veya kültüründe ciddi bir yere sahiptir. Aslında bahsetmiş olduğumuz medeniyetler arasındaki ilişkiyi anlayabilmek Müslümanlar için pek de zor olmaz. Kur’an-ı Kerim’de yer alan, Hz. Adem’in dünya üzerine gönderilmeden önceki sürecine ait pasajlara baktığımızda bu durumu kolaylıkla görebilmekteyiz.

“Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.” ( Taha Suresi - 120,121 )

Hz. Adem ve eşinin, yasaklanmış ağacın meyvesini yemeleriyle meydana gelen, gizli yerlerinin açılması ve açılan yerlerini örtme çabasını tasvir eden bu ayetler, örtünmenin insanın fıtratının vazgeçilmez bir unsuru olduğunu vurgulamaktadır. Milyonlarca yıl önce gösterilen bu örtünme refleksini insanoğlu hala göstermiyor mu? Örtüsü, üzerinden düşüp çıplak kaldığında utanan, yüzü kızaran, yani hicap duyan insan, temiz bir fıtrat üzere oldukça bedenini gizlemeye devam etmiştir. Çünkü günahkar dahi olsa fıtratını tahrif etmemiş her birey çıplaklığından utanacak, bulduğu ilk örtü ile örtünmeye çalışacaktır. O halde Şeytan ve onun dostlarının amaçları ise açmayı, açılmayı teşvik etmek, bunu sevdirmek ve normal bir eylemmiş gibi göstermek olacaktır; olmaktadır.

Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılarak, “İşittik ve itaat ettik!” demekte olan ve dediğini iddia eden her Müslüman gözlerini, karşı cinsindeki, kendi nefsine hoş gelen davranışlarına dikmekten ve örtüsünün ötesine geçirmekten beri durduğu gibi, başkalarının bakışını teşvik edecek bir davranıştan ve giyinme biçiminden de uzak durmak zorundadır. Bu zorunluluk her iki cinsiyeti de kapsamaktadır.

Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini, korusunlar. Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler, ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah’ın hükmüne dönün. ( Nur Suresi - 30,31 )

Gerçek manasına uymayan bir örtü biçimi, örneğin dikkat çekici güzellikte örtüler ( veya giysiler ), yukarıdaki ayetlerin ruhuna aykırı olacaktır. Keza her iki cins tarafından giyilmiş dar bir giysi aynı ayetleri görmezden gelmekten başka bir şey değildir. Örtünmenin sadeleşerek dikkat çekicilikten uzak olması gerekirken, mağaza vitrinlerindeki modayı takip eden süslü bir kumaşın başı dolamasından ibaret olması, örtünmemenin bir başka çeşidi olarak karşımızda durmaktadır. Oysaki örtünme, saçların örtülmesinden ibaret değildir. Örtünme başörtüsü değildir. Örtünme çıplak durmamak adına giyilmiş dar pantolon değildir. Öyleyse nedir? Örtünme, yasaklanmış ağaçtaki meyvelere aldırış etmeyen bir takvaya yönelme eylemidir. Takva ancak hicap ile elde edilebilir. Gerçekten hicap duymak ise gerçek bir hicab ile mümkün olur.

Devamını Oku...

Pepsi'ye 'başörtülü fotoğrafla' ayrımcılık cezası

Kampanyasında başörtülü fotoğrafları onaylamayan Pepsi Cola'ya, ayrımcılık dolayısıyla 60 bin YTL idari para ve reklamı durdurma cezası verildi.

Zaman'ın haberi:

Reklam Kurulu, Pepsi Cola'ya, kampanyasında "türbanlı fotoğrafları onaylamama" uygulamasının, "kişilik haklarını zedelediği ve ayrımcılığı destekleyici nitelikte olduğu" gerekçesi ile 60 bin YTL idari para ve reklamı durdurma cezası verdi.

Kurul'un 11 Mart'ta yaptığı toplantıda alınan kararlara ilişkin duyurusuna göre, Pepsi Cola Servis ve Dağıtım Ltd. Şti'ye ait www.duygularinigoster.com isimli internet sitesinde tanıtımı yapılan ''Duygularını Göster'' adlı kampanyaya ilişkin katılım koşulları arasında ''türbanlı fotoğrafların site moderasyonu tarafından onaylanmayacağı'' yönünde ifadelerin kullanıldığı belirlendi. Yapılan değerlendirmede, bu ifadelerin ''kişilik haklarını zedeleyici ve ayrımcılığı destekleyici nitelikte olduğu'' gerekçeleriyle Ticari Reklam ve İlanlara İlişkin İlkeler ve Uygulama Esaslarına Dair Yönetmelik'e uygun olmadığı kaydedildi. Firmaya, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun da dikkate alınarak, ulusal düzeyde 60 bin YTL idari para ve anılan reklamları durdurma cezaları verilmesine karar verildi.

Hero Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş'ye ait ''Ülker Hero Baby Lactum 3'' markalı devam mamalarına ilişkin reklamlarda kullanılan ''Anne sütüne bir adım daha yakın'' ifası nedeniyle de; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının görüşleri dikkate alınarak, ''devam formüllerinin anne sütü ikamesi olarak tanıtımın yapılamayacağı'' gerekçesiyle, firma hakkında ulusal düzeyde 60 bin YTL idari para ve reklamları durdurma cezaları verildi.

Seher Gıda Pazarlama San. ve Tic. A.Ş'ye ait ''Ülker İçim Büyüme Küpleri'' adlı ürünlere ilişkin reklamlarda ve ürün etiketlerinde yer alan; ''Bol taze sütlü, yüzde 100 Doğal, Ülker İçim Büyüme Küpleri'' şeklindeki ibareler nedeniyle de, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının görüşleri dikkate alınarak, firmaya, ulusal düzeyde 54 bin 913 YTL idari para ve reklamları durdurma cezaları verildi.

''Alizade Bitkisel Ürünler'' başlıklı broşürde, gıda maddelerinin ve kozmetik ürünlerinin hastalıkları önleyici ve tedavi edici şekilde tanıtılması nedeniyle, söz konusu reklam durduruldu.

-BANKALARA REKLAM CEZASI-

Kurul, Garanti Bankasına, ''cep telefonundan onaylı kredi'' reklam kampanyasındaki ifadelerle tüketicinin yanıltıldığı gerekçesiyle 54 bin 913 YTL idari para ve reklamı durdurma cezaları verdi. Bu kampanya kapsamında kredi kullanmak üzere başvuru yapan tüketiciye cep telefonundan kredi onayı verilmesine rağmen daha sonra banka şubesi tarafından kredinin onaylanmadığı tespit edilirken, söz konusu reklamlarda cep telefonuna kredi onayı gelen kişinin kredi yeterliliğine sahip olduğu izleniminin verilmesinin yanıltıcı nitelikte olduğu belirtildi.

Finansbank A.Ş'nin ''Masrafsız Konut Kredisi'' başlıklı reklamlarındaki ifadeler de tüketiciyi yanıltıcı nitelikte bulundu. Reklamda, ''mortgagede dosya masrafı, hizmet bedeli, ekspertiz ücreti, ipotek masrafı olmadığı'' belirtilmesine karşın, kredi kullanmak üzere başvuru yapan tüketiciden ekspertiz ücreti, ipotek harcı ve benzeri gibi isimler altında masraf talep edildiği belirlenirken, söz konusu reklamlarda yer alan ifadelerin yanıltıcı nitelikte olduğuna dikkat çekildi ve bankaya 59 bin 192 YTL idari para cezası verildi.

-LAZERLİ UYGULAMA YAPAN GÜZELLİK MERKEZLERİNE REKLAMI DURDURMA CEZASI-

Kurul, Mart ayında yaptığı toplantıda, saç ekimi, epilasyon gibi lazerle uygulama yapan 10 güzellik merkezine de reklamlarını durdurma cezası verdi. Kurul kararında, bu merkezlerin reklamlarında yer alan ve sağlık kuruluşlarında tabip tarafından uygulanması gereken tıbbi işlemleri yaptıklarına dair ifadelerin ''Güzellik ve Estetik Amaçlı Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik' ile ''Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik''e uygun bulunmadığı belirtildi.

Avon Kozmetik Ürünleri San. ve Tic. A.Ş'ye, ''Anew Clinical Thermafirm'' ürünün reklamlarındaki ifadelerin doğruluğunu ispatlayan çalışmaların yetersiliğine karşın reklamlarda kesinlik belirtilen ifadeler kullanılması nedeniyle, 54 bin 913 YTL idari para ve reklamları durdurma cezası verildi.

-MİSVAKLI DİŞ MACUNU REKLAMI-

Colgate Palmolive Temizlik Ürünleri Sanayi ve Ticaret A.Ş'ye de ''Colgate Misvak'' adlı ürün reklamı nedeniyle, ''sunulan bilgi ve belgelerin, reklamdaki iddiaların ispatı niteliğindeki bilgi ve belgeler olmadığı, dolayısıyla söz konusu reklamlarda yer alan ifadelerin yanıltıcı nitelikte olduğu'' gerekçesiyle, 59 bin 192 YTL idari para ve reklamları durdurma cezaları verildi.

L'Oreal Türkiye Kozmetik San. ve Tic. A.Ş'ye, ''Vichy Sağlıklı Cilt Merkezleri'' isimli reklam kampanyasına da, ''Cilt Merkezi'' biçiminde bir sağlık kuruluşu türünün mevcut mevzuat kapsamında tanımlanmadığı, bu tür tanımlamaların sağlık kuruluşları arasında haksız rekabete neden olabileceği gerekçesiyle, reklamları durdurma cezası verildi.

Kurul, sınavlarda başarılı olan öğrencilerinin isimlerini vererek reklam yapan 3 dershanenin reklamlarını ve panelinde program seçimini sağlayan 4 tuş olduğu halde ''Tek Tuş Bulaşık Makinası'' ifadesi ile reklam yapan BSH Ev Aletleri San. ve Tic. A.Ş'nin reklamlarını da durdurdu.

Daima Beach Clup için dört yıldız belgeli olduğu halde 5 yıldızlı olduğu yolunda reklam yapan EK-SA İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti'ye 59 bin 192 YTL idari para cezası verdi.

-OPET'E REKLAM CEZASI VE ÖRTÜLÜ REKLAMLAR-

OPET Petrolcülük A.Ş'ye de yürüttüğü ''Kazı Kazan Kartı'' kampanyası sırasında, kartın bedeli konusunda tüketiciye bilgi verilmemesi nedeniyle, 59 bin 192 YTL idari para cezası verildi.

Kurul, Mart ayındaki toplantısında, NTV Radyo ve Televizyon Yayıncılığı A.Ş'ye, Yeni Dünya İletişim A.Ş bünyesindeki Kanal 7'ye, Bir Numara Radyo ve Televizyon Yayınları A.Ş. bünyesindeki Number One TV'ye (NR1) ve DTV Haber ve Görsel Yayıncılık A.Ş. bünyesindeki Kanal D'ye, çeşitli yayınlarında örtülü reklamlara yer vermeleri nedeniyle 59 bin 192'şer YTL idari para cezası verdi. Kanal D'nin para cezası, aynı fiilin daha önce de yapılması nedeniyle, iki katı, 118 bin 384 YTL olarak uygulanacak.

Devamını Oku...

Türbana "saygı"!

Ece Temelkuran'ın Milliyet gazetesindeki bir yazısı...

Öyle görünüyor ki, kimse hakikaten, içtenlikle konuşmak istemiyor. Türban, baş örtüsü, örtünmek, her ne derseniz deyin adına, bu hassas konuda da, diğer "hassas ve derin" konularda olduğu gibi karşılıklı iki saftan birine dahil olup, bu cephenin diline ve kavramlarına tutunup, meseleleri bu dar alanlara sıkıştırarak vakit geçirmek bütün tarafların tercih ettiği yöntem. Çok kullanılmış lafları tekrar etmek son derece emniyetli zira ve insanın başı ağrımıyor! Üstelik bir tarafa "dahil" olduğunuz için yalnız da kalmıyorsunuz, taraftarlarınızın alkışları arasında gerçekliğin bu dar alan paslaşmasından ibaret olduğunu sanarak yaşayıp gidiyorsunuz!
Nereden çıktı şimdi bu? Şuradan:
Pazartesi günü bu köşede yayımlanan yazı Hürriyet gazetesinde Maliye Bakanı'nın eşi Ahsen hanımın fiyonklu başörtüsünün övülmesi ve bu yolla "örnek türbanlı" arayışının başlamasıyla ilgiliydi. Türbana "modern bir hava vererek" işin içinden çıkmaya çalışan Beyaz Türk mantığının türbanlı kadınların bedenlerini, görünümlerini biçimlendirmekle bu kadar yakından ilgilenmesinin ne kadar acayip bir tutum olduğunu anlatıyordu yazı. Zaten Siyasal İslam tarafından biçimlendirilmiş kadın görüntüsünü bir de "modernize" ederek yeniden biçimlendirmek ve bu sırada söz konusu kadınları "etkisiz elemanlar" yerine koyup "rejimin nesneleri" haline getirmek... Yazının meselesi buydu.

Başörtüsüne saygı nedir?

Ancak efendim, bu meseleyle ilgilenmeyi herhalde kafa karıştırıcı bulmuş olanlar olacak ki yazıdaki iki cümleye takılanlar oldu. Meraklısı için cümleler şöyleydi: "Kadınların başını örtmek zorunda olması başlı başına saçmadır. Kafanın üzerinde ne var ki örtülüyor yani?"
Şöyle de söylenebilirmiş hatta:
Erkeklerin nesi yok ki örtülmüyor? Saçın cinsiyeti mi vardır?
Tarafları çoktan kemikleşmiş bir gerilime çok dışarıdan, çok yukarıdan bir soruyla katılmak iyidir. Çünkü bilhassa "acemice" görünmek üzere tasarlanmış bu sorular, gerilimin gerekçesinin boşluğuna işaret eder. Bir anda bütün gerilimin var edildiği zemini taraflarının ayağının altından çekmeye niyetlenir.
Ama işte gelen tepkiler yine çok kullanılmış dilin incileriydi. "Saçma" sözcüğüyle çok ilgilenildi. Vay ben nasıl saçma dermişim? Efendim niye "toleranslı" değilmişim? Velhasıl pek "saygısızmışım"!
Saygı nasıl bir şey acaba? Bu konuda ağzımızı açmayacağız, konuşunca da derin anlamları olan kodlara dönüştürülmüş bir takım kavramları kullanacağız ki "kimin tarafında olduğumuz" belli olacak. Yani hem örtünmeyi hem de örtünenlerle uğraşmayı aynı anda saçma bulma hakkımız yok. Böyle bir şey mi?
Ayrıca bu "saygı gösterin, toleranslı olun" cümlelerinin altında bir mağduriyet tekeli var gibi. Başını örten kadınların devletle yüz yüze gelişte acı çektikleri gerçektir ve berbat bir gerçektir. Ama sırf bu berbat durum yüzünden "saygıyla susmak" mı gerekir acaba? Ya da acaba mecliste etek boyuyla ilgilenilen, yakından ilgilenilen "açık" kadınlar daha mı az eziliyordur? Bu memlekette "kapalılara" göre daha mı az nesne yerine konuluyor "açık" kadınlar? Veyahut da türbanlı olduğu için tacize uğramayan kadınların "açık" kadınlara oranla sokakta daha "ayrıcalıklı" olduğunu söylemek sakıncalı mıdır?
Velhasıl ben topyekûn yanılmış olabilirim. Belki de bu konu hakikaten ve samimiyetle konuşulmak istenmiyordur. Kim bilir?!

Ece Temelkuran
milliyet.com.tr

Devamını Oku...

1 Nisan 2008 Salı

Yanınıza başörtülü biri otursa rahatsız olur musunuz?

Anketler toplumdaki hassasiyetleri ölçebilmek için önemli verilerden biridir. Genellikle tartışmalı meselelerde toplumun ne düşündüğünü anlamanın çeşitli yöntemlerinden biridir anketler..

20 yıldır tartışılan “başörtülü kızların okula girmesi” konusu araştırma şirketlerinin önemli anket başlıklarından biridir.

Buraya kadar her şey normal..

Bu anketlerden biri bugün ulusal bir gazetede yayınlandı..

Anketi hazırlayanlar çok mu acemi, yoksa farklı bir amacı mı güdüyorlar bilemiyorum. Ama öyle bir soru vardı ki okuyunca resmen şok oldum.

Soru şu: “Yanımıza oturan başörtülü birinden rahatsız olurmuymuşuz?.”

Bu soru hangi tarafından bakarsak bakalım saçmalığın kralıdır. Bunda şüphe yok. Ancak, beni şaşırtan asıl konu sorunun saçmalığı değil.. Nerdeyse yüzde altı kadarlık bir kesim bu soruya “evet” demiş..

birden “nasıl yani?!!” dedim. Şimdi bu milletin içnde hemde % 6’lık bir kesim, başörtülü bir hanımın yanına oturmasından bile rahatsız mı oluyor?!.. diye sordum kendi kendime.

İşe gitmek üzere bindiğim dolmuşta dinlenen radyodan verilen haberde de aynı konu işleniyordu. Ne güzel tevuktur ki aynı dolmuşta açık kapalı sakallı sakalsız bütün yolcular, yan yana oturmuşlar ve görebildiğim kadarı ile herhangi bir rahatsızlık yaşayan da yoktu bu durumdan..

Dayanamadım ve O an yanımda oturan kravatlı beyefendiye sorumu sordum.. –şaka ile karışık- “Beyefendi yanımda oturmaktan rahatsız oluyor musunuz?” dedim. Adam gayet kibar bişekilde “tabiî ki hayır” dedi. Soru o kadar komikti ki? İstisnasız herkesin yüzünde bir tebessüm belirdi. Ve bir amca sesini yükseltip “bunlar okumuş cahil yahu” dedi..

Ve aslında noktayı da koymuş oldu bence..

Yüzyıllardır aynı inanca sahip olmadıkları halde ehl-i kitaba bile saygısızlık yapmamış bu asil milletin kendi kardeşlerine başı örtülü yada sakallı olduğu için dışlayacaklarını beklemek aptallıktır…

Hakkaten de amca..

aynen dediğin dediğin gibi..

”Bunlar okumuş cahil yahu!..”

Hacı Ali DOĞAN

Devamını Oku...

31 Mart 2008 Pazartesi

Kızlarını diri diri toprağa gömenlerden de zâlim olmak

İslâmiyetten önce, dünyanın her yerinde kadınlar horlanır ve onlara değer verilmezdi. Sıradan bir eşya gibi alınır, satılır, el değiştirir, mirastan pay verilmezdi, hattâ kız çocukları dünyaya gelenler utançlarından cemiyet içerisine çıkamaz, içlerinden bazıları öz kızlarını kendi elleriyle diri diri toprağa gömerlerdi. İslâmîyet vahşet devrinin bütün adetleri gibi, kadınlarla ilgili bütün vahşi ve insanlık dışı uygulamaları da kaldırdı. Kadınların rahatı, huzuru, izzeti, şerefi, vakarı, haysiyeti için lüzumlu esasları vaz’etti.

İnsanı yaratan Allah-u Teâlâ’nın bütün hükümleri insan fıtratına uygundur. Bizi bizden iyi bilen Yaratıcımız, fıtratımıza uygun, güç yetireceğimiz, dünyada ve âhirette bizim faydamıza olan esasları Kur’ân-ı Mübin’le ferman buyurmuştur. Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) hadis-i şerifleriyle bilmemiz gereken bütün hususları izah etmişlerdir. Müçtehidler de âyet-i kerimeleri ve hadisi-i şerifleri ele alarak, binlerce meselede “Murad-ı İlâhi’nin” ne olduğunu açıklamışlardır. Dolayısiyle din bellidir. İslâmiyetin kadınlarla ilgili hükümleri de bellidir.

Hal böyle iken, bilhassa son çeyrek asırda Müslümanlar, bilhassa hanımların durumuyla ilgili çok dehşetli hatalar yapmaya başlamış, git gide o hataları benimsemiş, kendi benimsedikleri yaşayışı bir din olarak görmeye ve ona “din kılıfı” geçirmeye; bu yanlış telakkiler ve yanlış inançlar yüzünden, anneler ve babalar, öz kızlarını diri diri toprağa gömenlerden de vahşi davranışlarda bulunmaya başlamışlardır.

İslâmiyetten önce diri diri toprağa gömülen o masum yavrucuklar Cennete gitmekteydiler. Yani zahiren üç-beş yıllık dünya hayatını kaybediyor, ama buna mukabil, ebedî bir saadeti kazanıyorlardı. Günümüzde ise çok daha dehşetli bir hal vardır. Kız çocuklarını ebedi hayatları tehlikeye atılmaktadır.Hem de “dinî kılıflar” uydurularak.

Kız çocuklarını mirastan mahrum etmek, nasıl onlara karşı yapılmış bir haksızlıksa, bir zulümse; onların reyini ve rızasını almadan onları evlendirmek nasıl onlara karşı yapılmış bir haksızlık ve zulümse; onları nâmahremle ihtilata sürüklemek veya onların haramlar içerisinde kalmasına seyirci kalmak, hatta teşvik etmek aynı derecede zulümdür. Hele o durumu günah olarak bilmemek, insanın imanını giderecek bir davranıştır.

İslâmiyette kıyafet meselesi, ana çerçevesi çizilmek suretiyle muhayyer bırakılmıştır. Yalnızca kadınların ve âlimlerin kıyafeti belirtilmiştir.Kadınların kıyafeti şeâir-i İslâmiyeden sayılmıştır. Herkes kendi kafasına göre “Müslüman kadın kıyafeti” icat edemez. 1400 senelik tatbikatla kadın kıyafetinin ne olduğu bellidir. Hâkeza kadının hangi erkeklere gözüküp hangi erkeklere gözükmeyeceği de bellidir.

Bu mühim mevzuu ihtiyaç beyan edilmesi ve dinin delillerinin ortayla konulması durumunda kabullenileceğinin beyan edilmesi halinde tekrar ele alabiliriz. Şimdilik şu ikazı yapalım: Kızlarımızın ebedi hayatını perişan edecek davranışlardan sakınalım. Onları, ruhî dengeyi sarsacak davranışlar yapmaya mecbur bırakmayalım.Bırakalım kızlarımız Allah’a ve Resulüne hicret etsinler, huzuru ve saadeti bulsunlar.

Burhan Bozgeyik

18 Haziran 2001 Milli Gazete

Devamını Oku...

Benim Başörtüm

Bu, benim başörtüm olamaz!
Benim başörtüm geçmişi gibi temiz olmalı
Reklam çarkında dişli olmamalı
Oluk gibi akan paraların suyu olmamalı
Bu, benim başörtüm olamaz!
Iraktaki anaların başörtüsüne kan bulaşmışsa
Filistinde şehit anaların başörtüsüne göz yaşı değmişse
Ve dünyanın her bir yerinde rengini siyaha bulamışsa
Bu, benim başörtüm olamaz!
Kendi ülkemde başörtüme joplar değmişse
Okumak için gittiğim Üniversitenin önünde zorla çekilip çıkartılmışsa
Nâmehram bir el uzanmışsa
Okul önlerinde BAŞÖRTÜM İÇİN AĞLAMIŞSAM
Bu, benim başörtüm olamaz.!
İmam hatipler de yasaklanmışsa
Bir suçlu gibi okulumda panzerlerle karşılanmışsam
Okul önünde onun için kendimi hayallerime zincirlemişsem
Okulda müdürüm evde anam babam aç dediği zaman açmam ALLAHın emri demişsem
Ve bununla da gurur duymuşsam
Gururum için ülkemden manevi sürgün edilmişsem
Gözüm yaşlı ecnebi diyarlara gurbete gitmişsem
Bu, benim başörtüm olamaz !
Kirli bedenler üzerinde sergilenmişse
Şûh bakışlarda şehvete teslim edilmişse
Başörtüm için türban diyen zihinlerde sergilenmişse
Harama renk vermişse
Hîcâp yoksunu insanların eli değmişse
Sokaklarda caddelerde bilbordların yeni yüzü olmuşsa
Defilelerde haram bakışların ağzının suyu akmışsa
Bu, benim başörtüm olamaz!

Benim başörtüm
Edep kokulu
Hâyâ asili
Hüzün renkli
GÖZYAŞI işlemeli
Ve sünnet timsâli olmalı

Devamını Oku...

Eyüp Anadolu Zulüm Lisesi

Bizim adımıza hep başkaları konuşuyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Ben bu yasağı yaşayan biri olarak, duygularımı yazdım. Küçük ve gerçek bir hikaye...

Eyüp İskelesi’nden İslambey Caddesi’ne yürüyorum. Her şey bıraktığım gibi. Yine mart ayının soğuğu içime işliyor.

Karakolun önünden geçerken yavaşlıyorum. Tedirgin bir şekilde etrafı kontrol ediyorum. Ayaklarımın titrediğini, boğazıma bir şeylerin takıldığını hissediyorum. Kapının önündeki polislerden biriyle göz göze geliyorum. Yüzümdeki korku şaşırtıyor onu, gülümsüyor bana. Ben ise tebessüm etmeye zorladığım halde kendimi, başaramıyorum bir türlü gülmeyi. Nedense hala güvenemiyorum polislere. Hızla uzaklaşıyorum oradan.

Oyuncakçılar çarşısı yine hareketli. Hızlı adımlarla geçiyorum çarşıdan. Kulağımda satıcıların belli belirsiz sesleri…

Meydana çıktığımda kuşlar karşılıyor beni. Özgürlüğün simgesi kuşlar. Üç yıl öncede insanlardan daha yakın hissetmiştim onları kendime, bugünde öyle.

4 Mart 2002… Atılmayı, itilmeyi, aşağılanmayı, direnmeyi, ezilmeyi, bağırmayı, ağlamayı, susmayı; ama en çok iki arada bir derede kalmayı öğrendiğim bir tarih. Bir anlamda hayatımın dönüm noktası…

Alkış sesleriyle havalanan kuşlar ve meydanı hıncahınç dolduran 14–18 yaş arası lise öğrencileri… Sayılamayacak kadar çok polis, ellerinde coplar. Özel kıyafetleriyle çevik kuvvet ekipleri, çantaları sis bombalarıyla dolu… Okulla, Eyüp Sultan Meydanı arasında başlayacak; aylar sürecek bir kovalamaca. Gözaltına alınan gencecik kızlar, erkekler…

Her şey gözümün önünde canlanıyor. Bunları düşünerek okulun dış kapısına ulaşıyorum. Geçmekte zorlanıyorum o kapıdan, tıpkı o günlerdeki gibi. Başım ağrıyor, gözlerim kararıyor. Yaşadıklarım midemi bulandırıyor.

Günlerce dışarıda kalıp, en sonunda içeriye giren yüzlerce öğrenciden sadece biriyim. İçerisi ve dışarısı arasındaki farkı çok iyi bilirim. İkisi arasındaki eziklik öyle içime işledi ki, hala atamıyorum üzerimden. Gözlerimden yaşlar dökülüyor. Kafamı kaldırıp tabelayı okuyorum Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesi…

Yalan söylüyorlar. Burası; Eyüp Anadolu Zulüm Lisesi… Burası; başörtülü oldukları için İmam Hatip Liselerine bile alınmayan gencecik kızların yaşadığı bir zulüm ülkesi…

İçerideki de, dışarıdaki de benim aslında. Başım örtülüyken de, başım açıkken de aynı şeyleri düşünüyor; aynı şeyleri savunuyorum. Demokratik bir hukuk devleti olduğunu söyleyip, inancım gereği taktığım başörtüden dolayı beni dışlayan bir ülkenin vatandaşı olmak içimi acıtıyor.

Bu acıyı hala yaşıyorum. Şimdi evrensel kent olduğu söylenen bir üniversite öğrencisiyim. Ama burada bile evrenin dışındaymışım gibi davranılıyor bana. Lisede yaşadıklarım; her sabah okula girmek için başımı açarken, yeniden canlanıyor. Cevabını bildiğim halde, her sabah kendime tekrar tekrar soruyorum; içerideki ben miyim?..


Devamını Oku...

30 Mart 2008 Pazar

Bayraktır Başörtüsü



Devamını Oku...

Şahin Filiz: Kur'an Sek İçilmez

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz, Mustafa Kemal'in İslam dinini en iyi anlayan insanlardan biri olduğunu iddia etti.

Antalya'nın Kemer ilçesinde Atatürkçü Düşünce Derneği Kemer Şubesi tarafından ''Dinin ve Kadının Türban ile İstismarı'' konulu konferans düzenlendi. Kemer Belediyesi Kültür Salonu'nda yapılan konferansa katılan Doç. Dr. Şahin Filiz, ''Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, İslam dinini en iyi anlayan insanlardan biri'' dedi.

Kur'an-ı Kerim'de ''türban'' gibi bir ifade olmadığını belirten Şahin, ''kadınlarımız, kendilerini erkeklerden bir adım geride görmeye itilmektedir'' diye konuştu.

Doç. Dr. Filiz, konuşmasının ardından izleyicilerin sorularını yanıtladı. Bu sırada bir katılımcının, ''Dinimizi öğrenmek için sadece Kur'an-ı Kerim'i kaynak alabilir miyiz'' sorusu üzerine Filiz, ''Kur'an-ı Kerim sek içilmez, yanında başka kaynakları da incelemek gerekir'' dedi.

Bunun üzerine bir katılımcının, ''Biz buraya dinimizle ilgili bilgiler edinmeye geldik. Ama siz bizi Peygamberimizden ve dinden soğuttunuz. Kur'an-ı Kerim'in tek başına kaynak olup olmayacağını alkollü bir örnekle açıklayamazsınız'' şeklindeki sözleri üzerine salondaki dinleyiciler arasında tartışma yaşandı. Tartışmanın büyümesi üzerine, konferansa son verildi.

Devamını Oku...

Van'da 82. Başörtüsü Eylemi


Van'da Nevruz olaylarından dolayı geçen hafta yapılamayan başörtüsü eylemlerine devam edildi. 82. özgürlük eyleminde 'uzlaşma' ve 'sağduyu' edebiyatının teslimiyet olduğu vurgulandı.

Gökkuşağı Derneği Yönetim Kurulu üyesi Murat Erginyürek'in okuduğu basın açıklamasında Nevruz olaylarında yaşananlar kınandı. Parti mezarlığına döndürülen ülkede hakim kılınmaya çalışılan siyasetsizliğin de eleştirildiği açıklamada, "uzlaşma" ve "sağduyu" edebiyatının aslında teslimiyetten başka bir anlam ifade etmediği vurgulandı.

Eylemde Okunan Basın Açıklamasının Tam Metni:

82 haftadır devam ettirdiğimiz basın açıklamalarını maalesef geçtiğimiz hafta ilk kez yapamadık. İlimizde Nevruz bayramını 21 Mart değil de 22 Mart Cumartesi günü 'Van Kalesi' civarında kutlamak isteğine mülki amirlerin izin vermemesi üzerine tatsız ve nahoş olaylar çıkmış, şehir adeta savaş alanına dönüşmüştür. Acaba yetkililer bütün bu olacakları tahmin etmiyorlar mıydı? Bu gösteriler sonucu biri ölü birçoğu ağır olmak üzere, gerek güvenlik güçlerinden olsun ve gerekse göstericilerden olsun onlarca insan yaralanmış olup ve yüzlercesi de gözaltına alınmıştır. Bununla da kalmayıp kamu binalarının ve esnafın işyerlerinin camları kırılmış ve işyerleri zarar görmüş, çok büyük ölçüde hasar meydana gelmiştir. Bütün bu olanlar maalesef üzüntü vericidir. Başta DTP yetkilileri olmak üzere; tüm kurum ve kişileri, herkesi konuya duyarlı olmaya, çatışma ve kaos ortamını önlemek için girişimlerde bulunmaya çağırıyoruz. Bütün bunların sonucunda kaybeden ilimiz, kaybeden insanımız ve kaybeden ülkemiz olmuştur. Kutlamalara izin verilmiş olsa bütün bunlar olmayacaktı. Bilindiği üzere buna benzer bir durumun 1992 Nevruz kutlamalarında meydana geldiği, fakat sonraki yıllarda kutlamalar "Van kalesi civarında yapılmış olup hiç kimsenin burnu dahi kanamamış, kutlamalar olaysız geçmiştir. Bizler VAHÖP olarak bundan sonra Van Valiliği'nin sivil toplum kuruluşlarının kutlama ve etkinlikler için yaptığı müracaatlarda karar verirken daha ferasetli olmasını ve yasak getirmemesini istiyoruz.

Ülke sathında hiç de eksik olmayan gerginlik ve kriz planlarının en hoyratçısının sahneye konduğu ve ziyadesi ile ülkenin gerildiğine şahit olduğumuz bir haftayı geride bıraktık. Maalesef bu atmosfer daha uzunca bir süre devam edecek gibi görünüyor. "Ulusalcı" bir kısım gazete kupürleri üzerinden kurgulanan bir iddianame ile % 47 oranında bir oy alan iktidar partisinin kapatılması için dava açılmış. Ve bununla da yetinilmemiş, Anayasaya göre yargılanma olasılığı bulunmayan ve sadece vatana ihanetten yargılanabilecek olan Cumhurbaşkanını davanın sanıkları arasında gösterme cüretini gösterebilmişler. Bu tam anlamı ile bir hukuk skandalıdır. Dünyada iktidardaki hiçbir partiye bu şekilde bir dava açılmamıştır. Hatta 9 yıldır darbe ile yönetilen Pakistan'da dahi hiçbir parti kapatılmamıştır. Bu skandalın en trajik yanı ise insanları teskin etmesi gereken ve sığınılacak güvenli limanlardan biri olması gereken hukukun tam tersi bir misyona hizmet etmiş olmasıdır. Eğer bir ülkede hukuk siyasallaşmış, keyfileştirilmiş ise artık "tuz da kokmuş" demektir. Bürokratik elit tarafından oluşturulan bu krizin fazla zarar vermemesi için özgürlüklerden yana olmalı, baskı ve dayatmalara karşı bir set gibi durmalıyız. Çünkü bu yasakçı zihniyet kendi anlayışlarının devam etmesi için parti kapatmalarına da, ekonomik krize, dünyadaki Türkiye imajına de aldırış etmeyeceklerdir. Fakirlik olmuş, kaos olmuş umurlarında olmayacaktır. Bu anlayış bulanık suda balık avlamaktır. Felaket tellallığı yapmak istemiyoruz. Ama eğer bu Jakoben anlayış kazanırsa, Türkiye'yi çok tehlikeli ve dönülmesi kolay olmayacak bir yola sokacaktır. Ve bundan zarar görecek olan sadece toplumun bir kesimi olmayacak, ekonomik, siyasal, içtimai ve toplumsal depremlerden kendileri de dahil herkes etkilenecektir.

Son günlerde içi boşaltılmış bir şekilde moda bazı söylemlerin sıkça kullanıldığına şahit olmaktayız: "Uzlaşma ve sağduyu." Bunlar terim olarak güzel, anlamlı, önemli ve ihtiyaç duyduğumuz kavramlardır. Bunu sıklıkla dile getiren çevrelerin samimi olmadıklarını düşünüyoruz. Uzlaşma, nerede ve nasıl ve kimle uzlaşma... Yıllarca kızlarımıza reva görülen başörtü yasağını kaldırmaktan vazgeçerek mi uzlaşılacak. Ergenekon davasının rafa kaldırılması, çetelerin ülkeyi gizliden yönetmesinde mi uzlaşılacak. Yıllardır halkın değerleri ile barışık olmayan, hiçbir zaman halktan tek başına iktidar olacak oyu alamamış, gelmiş geçmiş tüm iktidarların üstünde kendini iktidar gören, azınlığı çoğunluğu yönetmesini düşünen, benim isteklerim olursa iyi ama benim anlayışıma uymayan her durumda kriz çıkar diyen, özgürlükleri kısıtlamaktan başka düşünceleri olmayan bu zihniyet ile uzlaşmak tüm atılan olumlu adımlardan geri adım atmaktır.

Temelde ülkemizde yaşanan sorunun kaynağı; insanların hayatlarına, görüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir. Başörtüsü yasağının sebebi de bu yasakçı zihniyettir. Başörtüsü yasağı hayatın tüm alanlarında serbest bırakılmalıdır. Şimdiye kadar üniversitelerde sudan sebeplerle atılan öğrencilere tekrar okuma imkânı sağlanmalıdır. Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmalıdır. Bu ülkede yaşayan her kesime kendi kültürlerini yaşamasına imkân sağlanmalı, kısacası 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan anayasanın bir an önce ortadan kaldırılıp, yeni sivil bir anayasanın yapılması sağlanmalıdır. Bu ülkenin insanını bir biri için tehlike unsuru olduğu korkusunu yayıp, birbirine düşürerek, ayrımcılık yapıp halkı kamplara bölen asıl bu yasakçı zihniyettir. Bu yasakçı anlayış tamamen ortadan kalkmadan, hiçbir özgürlük tam bir özgürlük olamaz. Özgürlüklerin kısıtlanmasının ne demek olduğunu bilen insanlar olarak, bundan sonra da her türlü ayrımcılığın, hak ihlalinin, baskının, dayatmanın karşısında olacağız. Unutulmamalıdır ki; "Göklerle yer adaletle ayakta durur." (Hz. Muhammed)

Van Hak ve Özgürlükler Platformu (VAHÖP)

Haksöz

Devamını Oku...

Halkın İradesine Konan İpotek Kaldırılsın


Konya İnanç Özgürlüğü Platformu üyeleri 29. kez Kayalıpark’ta buluşarak halkın iradesine konan ipoteğin kaldırılmasını istediler.

Platform adına bildiri okuyan Muammer Durmaz “Karanlık aydınlık olmadığı için karanlıktır. Ülkemiz huzurun ve sükunetin kaynağı olan Rahmet peygamberi efendimizin şerefli doğum gününde onun insanlığa sunduğu saadet reçetesine hiç de uygun düşmeyen tavırlarla şiddetli bir kaos ve belirginsizlik ortamına sürüklenmektedir. O yüce Nebi’nin şerefli doğum haftasında toplumsal histerinin cinnet noktasına çıkışı O’nun kutlu ayak izinin terk edilişindendir.

Son günlerde profesör anne babanın üniversiteli, batılı prototipte yetişmiş çağdaşlık modeli, yüksek eğitimli kızlarının annesini vahşice öldürmesi eğitimin ve eğitilmiş nesillerin getirildiği korkunç son noktayı göstermektedir. Aynı olayın şehrimizde de gerçekleşmesi üniversitelerin bilimsel çalışmalardan daha çok başka şeylerle meşgul olmasından ve gençlerimizin zihinlerini bilgiye ulaştırmak yerine anlamsız yasaklar ve baskılarla uğraşmaları bir neden olarak gösterilebilir mi?” diye sordu.

Açıklamada ayrıca şu ifadelere yer verildi:

Bir efsanenin modem çağa ismen aktarımıyla oluşan karanlık yapılanmanın oluşturmak istediği kaos, şiddet ve darbe ortamı çeşitli zararlar vermektedir. Geçmiş dönemlerde sıkça gerçekleştirilen darbeler ülkemizin gelişmesine mani olmuş sosyal siyasal ve kültürel alanda pek çok zararlar vermiştir. Darbecilerin yargılanıp cezalandırılamaması her seferinde yeni darbelere zemin hazırlamış, darbe isteklerini cesaretlendirmiştir. 12 Eylül Darbesinin baskı ortamının ürünü olan YÖK ve onun baskıcı rektörleri inancımızdan kaynaklanan ve asla ödün veremeyeceğimiz değerlere savaş açmakta inatla devam etmektedirler. Bu baskıcı rektörlerin bir zamanlar ismi baskı ve zulümle özdeşleşmiş olan tanınmış simalarından birinin ülkeyi karanlık ortamlara sürüklemek isteyen bir oluşumla birlikte zikrediliyor olması çok manidar bulunmaktadır.

Üniversite kapılarında İslam’a ve Müslümanlara yönelik provokatif sloganlar atan çirkin güruhun da bu karanlık çetecilerle yakınlığının bulunduğu bilgisi inançlı insanları tedirgin etmektedir. Baskı ve zulümlerle oluşturulmak istenen hem kendisi hem sonuçları çirkin bu ortama inanan insanların sabır direnç ve kararlılıklarıyla bir sonuca ulaşamayacaktır. Nura inanan insanların ziyaları karanlığın kalıcı olmasına imkan ve fırsat vermeyecektir. Bu bağlamda karanlıklar prensi Dick Cheney’in ülkemize gelişi bu puslu havada kaygıyla karşılanmış ve mazlum halklara yapılmış bir saygısızlık olarak telakki edilmiş olup bu ziyaretin ülkemizin geleceğine vereceği zararlar kaygıyla izlenmektedir. Bu eli kanlı kişinin gelişinin Irak’ta yapılan katliamlarla ilişkisinin olma ihtimali dahi temiz yüreklere elem ve ızdırap vermiştir. Irak’ta işgalci ve işbirlikçilerinin yaptığı son katliamları telin eder mazlum Irak halkına direnişlerinin zaferlerle sonuçlanması için dua ederiz.

Son olarak ülkemizin ‘yargıçlar demokrasisi’ diye adlandırılmasına sebep olanların ülke halkının iradesine koyduğu ipotek bir an önce kaldırılıp insanımızın hür iradesine saygı gösterilmesi, inanan insanlar üzerindeki baskının ve zulmün sona erdirilmesi hepimizin dileğidir.

Ferit Hepokur-Memleket

Devamını Oku...

Ankara'da 113. Başörtüsü Eylemi (FOTO)

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu İnanca Saygı ve Başörtüsüne Özgürlük için organize ettiği eylemlerin 113. haftasını Ankara Sıhhiye Abdi İpekçi Parkında gerçekleştirdi.

TEHLİKENİN FARKINDAYIZ! İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ AYAKLAR ALTINA ALINIYOR

Eylemde Ergenokon çetesi ile birlikte başörtüsü üzerinden uzlaşı noktası kınandı ve özgürlüklerin önünün tıkanmamasına vurgu yapıldı. Basın Açıklaması bu hafta Platform adına KAD-BİR üyesi Esra Duru yaptı:

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 113. Hafta Basın Açıklaması

113. kez burada toplandık. Türkiye, krizleri, üzüntüleri hiç bitmeyen bir ülke görünümünü aldı. Gün geçmiyor ki, protesto edilecek, kınanacak yeni bir gelişme yaşanmasın. Artık yaşlarımız gerilimi kaldıracak, her gerilimden yeni bir umut çıkaracak kadar genç değil, hiçbirimiz küllerinden yeniden doğan masal kuşu anka da değiliz. Yorulduk. Çocuklarımıza, mutlu, gerilimden uzak, yaşanabilecek, her türlü farklılığını değer olarak kabul etmiş, güler yüzlü, haksızlığa yer olmayan pırıl pırıl bir ülke bırakmak istiyoruz. Ama buna bizim gücümüz yetmiyor. Sürekli, ülkemiz, inançlarımız, bölgemiz üzerinde oynanan iç ve dış tezgâhların, rızası alınmamış zavallı oyuncuları olmaya dayanamıyoruz.

Dick Cheney ülkemize gelmiş, acaba ne koparttı giderken?
Ortadoğu allak bullak olacak Türkiye’ye de figüran rolünü mü biçti yönetmen?
AK Parti’ye kapatma davası açılmış, on yıl önce geçmemiş miydik o yollardan?
Birtakım kelli felli insanlar, yaşlarına, konumlarına, tecrübelerine bakmadan karanlık darbeler planlamış, milletçe bıkmamış mıydık darbelerin moderninden postmoderninden?
Meğer bunca zamandır, Kızma Birader, Darbende Bize de Yer Ver isimli bir oyun oynanmış üzerimizden?
Nevruzda yine kargaşa yaşanmış, kardeş kardeşe düşmüş, yeteri kadar üzülmemiş miydik akan kan yüzünden?
Başörtüsü yasağı üniversitelerde devam edermiş, tek hücreli hayvanlar gibi değiliz ki, toplum olarak çoğalırken bölünen?
“Tehlikenin Farkında mısınız?” diye reklam yayınlamış yazarları darbe planlayıcılığı ile suçlanan bir gazete, habersizmişiz asıl büyük tehlikeden?

Biz de saf saf “bu da gelir bu da geçer, bu ülkeye de gelir elbet özgür günler” diye bekleyip durmuşuz. Ama biz bu oyunlara dur demedikten sonra, birbirimize dört elle sarılıp küresel ya da yerel asalakların tekerine çomak sokmadıktan sonra geçmeyecek bu günler… Yüzümüze tokadı basıp ondan sonra da “kim dövdü benim çocuğumu” diye uzattıkları sahte ellere sarılıp duracağız. Onlarsa bize bataklıktan çıkmamız için el vermiş numarası yaparken çamura daha çok batırmak için kafamıza bastıracak.

Eğer biz sokaklarda birbirimize “Türban da nereden çıktı, İslam’da yok öyle bir şey” diye bağırmaktan, üniversite önlerinde birbirimizi satırla doğramaktan, “Yasağa yasak demek yasak” diye parti kapatmaya kalkışmaktan, Irak’taki kanlı ve insanlık dışı işgali protesto eden öğrencileri dipçikle döverek hırpalamaktan, birbirimizi 301 vesilesiyle dava etmekten vazgeçmezsek… Başımıza daha çok çorap örerler.

“Parçala yönet”çi anlayışa karşı, bir olalım, iri ve diri olalım. İri lokmayı yutmak kolay değildir.

Haftaya bugün bu saatte buluşmak üzere Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu adına hepinize teşekkür ederiz.





Devamını Oku...

İhanetin Yeni Adı: "Uzlaşma ve Diyalog"


SBP tarafından 133.sü gerçekleştirilen başörtüsü eyleminde, Ergenekon operasyonu ve AKP’ye kapatma davası ardından gelişen süreç ve uzlaşma çağrıları değerlendirildi.

Sakarya Başörtüsü Platformu 133. Başörtüsü Eylemini Bulvar AKM önünde gerçekleştirdi. Eylemde Ergenekon operasyonu, kapatma davası ve bunlarla bağlantılı olarak son günlerde gündeme getirilen uzlaşma ve diyalog çağrılarının suni bir olgu olduğu ve bu söylemlerin kabullenilmesinin laik dayatmacılığın kabul edilmesi anlamına geleceği vurgulandı.

SBP adına Özgür-Der Geyve Temsilcisi Mustafa ÖZER tarafından okunan basın açıklamasında, Ergenekon operasyonu ve AKP’ye kapatma davası ardından gündeme gelen sağduyu, uzlaşma, diyalog ve toplumsal dinamikler gibi kavramların resmi ideoloji ve laik elitler tarafından Kemalist ideolojiyi topluma dayatmanın aracı olarak kullanıldığı “Son günlerde dile dolanan sağduyu, uzlaşma ve diyalog söylemleri de Türkiye’nin içine bulunduğu iddia edilen çatışma ve kaos ortamından çıkışın tek çaresi gibi sunulmakta ve bilhassa önce kapatma davası ve ardından Ergenekon operasyonu ile ilgili tutuklamaların ardından geliştirilen suni bir olgudur.
Burada kimin kiminle uzlaşacağı, kimin kime tahammül edeceği, kimin kimle diyaloga girmesi gerektiği bellidir. Burada hedeflenen şey laik dayatmacılığın kabullenilmesi, seçkinci elitlerin heveslerine göz yumulması, devam ede gelen sömürü çarklarının görmezden gelinmesi üzerine kurulu bir faydacı, pragmatik ve dayatmacı bir pratiktir. Ülkenin ihtiyaç duyduğu şey ise kesinlikle bu değildir.” sözleriyle ifade edildi.

Açıklama, ülkede ihtiyaç duyulan şeyin uzlaşma ve diyalog söylemleri altında çeteci yapılanmaların üzerlerinin örtülmesi değil, bilakis bu çeteci yapılanmaların en başından en sonuna kadar kimler tarafından örgütlediğinin açıkça ilan edilmesi olduğu ve bunun gerçekleştirilmesi için ise “adaletin tesis edileceğine ilişkin kuvvetli ve önemli işaretlerin alınabileceği adımların atılması”nın gerekli olduğunun altı çizildi.

"Tevhid, Adalet, Özgürlük" sloganının atıldığı eylemde platform mensuplarınca "Başörtüsüne Özgürlük, Hemen, Şimdi", "Yasak Sürüyor; (D)uyuyor musunuz?", "Hepimiz Başörtülüyüz" ve "Başörtüsü Kimliğimiz, Vazgeçmeyiz" yazılı dövizler ve "Başörtüsü İslam'ın Emri, Müslüman Kadının Kimliğidir" ve "Tevhid, Adalet, Özgürlük" yazılı pankartlar taşındı.

Sakarya Başörtüsü Platformu 133.Basın Açıklaması Tam Metni

İhanetin yeni adı: “Uzlaşma ve diyalog”

Onur ve direnişi önceleyip başörtüsü üzerinden İslami kimliğimize yapılan yasaklama ve zorbalıklara karşı yapmış olduğumuz basın açıklamalarımızın 133.süne ülkede başlatılan ve yaygınlaştırılmaya çalışılan uzlaşma ve diyalog çağrılarına değinerek başlamak istiyoruz.

Şüphesiz ki sağduyu ve uzlaşma diyalog kurabilme toplumda istenen ve arzulanan ve hâkim kılınması istenen bir şeydir. Toplumsal anlamda Türkiye’nin hangi dinamikler üzerinde var olduğu ve bu dinamiklerin kimler tarafından ve ne şekilde tesis edildiği ortadadır. Bu anlamda Türkiye’de toplumsal dinamikler denen şey Kemalist ideoloji ve seçkinci elitler tarafından bu ülke halkına dayatılan unsurlardır. En başından bu yana halk bunları benimsememiş ve kendi özünde var olan İslami değerlere sarılmış ve sahip çıkmıştır.

Son günlerde dile dolanan sağduyu, uzlaşma ve diyalog söylemleri de Türkiye’nin içine bulunduğu iddia edilen çatışma ve kaos ortamından çıkışın tek çaresi gibi sunulmakta ve bilhassa önce kapatma davası ve ardından Ergenekon operasyonu ile ilgili tutuklamaların ardından geliştirilen suni bir olgudur.

Burada kimin kiminle uzlaşacağı, kimin kime tahammül edeceği, kimin kimle diyaloga girmesi gerektiği bellidir. Burada hedeflenen şey laik dayatmacılığın kabullenilmesi, seçkinci elitlerin heveslerine göz yumulması, devam ede gelen sömürü çarklarının görmezden gelinmesi üzerine kurulu bir faydacı, pragmatik ve dayatmacı bir pratiktir. Ülkenin ihtiyaç duyduğu şey ise kesinlikle bu değildir.

Ülkede ihtiyaç duyulan şey Susurluk-Şemdinli-Ergenekon sürecinin ne pahasına olursa olsun ortaya çıkartılarak özellikle bu çeteci yapılanmaların en başından en sonuna kadar kimlerin bu yapılanmaları örgütlediğinin açıkça ilan edilmesidir.
Ülkede ihtiyaç duyulan şey adaletin tesis edileceğine ilişkin kuvvetli ve önemli işaretlerin alınabileceği adımların atılmasıdır.

Yoksa ihtiyaç duyulan şey sivil toplum örgütleri diyerek sendikacıların el ele vermesi değildir.
Yoksa ihtiyaç duyulan şey Cumhurbaşkanı’nın Deniz Baykal’ı Köşk’e davet etmesi değildir. Bu tür adımlar adaleti tesis etmeye dönük adımlar değildir.

Bizler, tevhid ve adalet eksenli, hak ve özgürlük taleplerimizi her zamankinden daha güçlü bir şekilde seslendirerek gündemleştirmeli ve bu taleplerimizin arkasında ilkeli ve onurlu bir şekilde, ne pahasına olursa olsun durabilmeliyiz.

Sakarya Başörtüsü Platformu adına Özgür-Der Geyve Temsilciliği





Devamını Oku...