29 Mart 2008 Cumartesi

Yusuf Can - Ey Şehide Filiz


Devamını Oku...

28 Mart 2008 Cuma

Hicab ve Özgürlük İlkesi


Hicab konusunda eleştirilerde bulunan bir grubun iddiasına göre; hicab, insanın doğal bir hakkı olan özgürlüğünü ortadan kaldırmaktır.

Kadının insanlık değerine yapılan bir çeşit hakarettir. Onlar, bir insanın değer ve şerefine saygı göstermenin insan hakları beyannamesinin bir maddesi olduğunu öne süren ve her insanın, erkek veya kadın, siyah veya beyaz ve hangi ülkenin vatandaşı olursa olsun hür ve şerefli olduğunu söylerler. Onlara göre; kadını hicablı olmaya zorlamak, onun özgürlük hakkına özensizlik ve insanlık değerine ihanettir. Başka bir deyimle, kadına yapılan aşırı bir zulümdür. Kadının özgürlük hakkı ve insanlık yüceliği ve olağanüstü durumu ve bunun gibi dini ve akli hükümlere göre, nedensiz olarak kimse esir ve hapsedilmiş olmamalı ve hiçbir şekil ve surette ve hiçbir bahane ile zulme uğrâmamalıdır. Bütün bunlar göstermektedir ki hicab ortadan kalkmalıdır.

Cevap: Bir kere daha hatırlatalım ki, kadını eve hapsetmek ve yabancı bir erkekle karşılaştığında örtünmekle görevli olması arasında fark vardır. Îslam da kadını esir etmek ve hapsetmek diye bir şey yoktur. Îslam da hicab, kadının yabancı erkekle olan toplumsal ilişkilerde bulunma ve karşılaşmalarında giydiği elbiselerde özel bir ölçüye uymasıdır. Bu yükümlülük ona ne erkek tarafından yüklenmiştir, ne onun değer ve olağan üstülüğüne aykırı olan bir şeydir ve ne de Allah"ın kadına verdiği doğal haklar a tecavüzdür. Bu yükümlülüğe uymak evde hapsedilmekle karıştırılmamalıdır.

Birtakım toplumsal yararları gözetmek için kadın veya erkeğin birbirleriyle toplumsal ilişkide bulunmalarında özel bir yöntem belirlemeleri, toplum içinde başkalarının huzurunu bozmayacak şekilde yürümeleri ve ahlaki dengeyi ortadan kaldırmayacak şekilde davranmaları ve bunun gibi konuların «hapsetmek» veya "esir alma" olarak nitelendirilmesi ve bu gibi davranışların insanın değerine ve özgürlük ilkesine aykırı olarak tanıtılması doğru değildir.

Bugünkü uygar sayılan dünya ülkelerinde de erkek için böyle sınırlamalar az-çok vardır. Eğer bir erkek çıplak olarak veya gece kıyafetiyle görünse polis tarafından önlenir ve bu hareket toplumun değerlerine karşıt olduğu için onu tutuklarlar. Toplumsal ve ahlaki yararlar bireyleri birbirleriyle ilişkilerinde belli kurallara uymaya mecbur kılıyorsa, örneğin tam giyinerek dışarı çıkması gerekiyorsa; böyle bir şey ne kölelik anlamına gelir ne hapsedilmiş olma; ne insanlık değer ve özgrülüğüne aykırıdır, ne zulümdür ne de aklın hükmüne terstir.

Tam tersine kadının, İslamın belirlediği kadarıyla örtülü olması onun olağan üstülüğünün ve saygısının artmasına neden olur; çünkü bu durum onu ahlak yoksunu ve kaba kişilerin saldırısından korur.

Kadının şerefi, onu dışarıya çıktığı zaman dayanıklı, ağırbaşlı olmaya; davranış ve elbise giyiş tarzıyla kışkırtıcılığa yol açacak, erkeği kendisine doğru çekecek hareketlerde bulunmamaya; çekici elbise giymekten, yolda cilveli yürümekten çekicilik ve anlam kazandırmak için konuşmasına uyumlu bir hava vermekten kaçınmaya zorunlu kılmaktadır. Şöyle ki bazı zamanlar jestler konuşmakta, insanın yol yürümesi ko­nuşmakta veya konuşma tarzı da başka şeyler anlatmaktadır.

Önce alim olarak kendi tipimden örnek veriyorum: Eğer bir alim alışılmışın tersine kendi kıyafet ve dış görünüşüne ayrı bir şekil verir; sarığı büyük yapar, sakalı uzatır, eline ağır bir asa, sırtına görkemli bir aba alırsa, bu jest ve kıyafetin kendisi konuşmakta olup bana saygı gösterin, benim için yol açın, edepli bir şekilde ayağa kalkın, elimi öpün, demektedir.

Yüksek rütbeli bir subayın, kasıla kasıla yürüme­si, adımlarını sert bir şekilde yere vurması, konuşurken ses tonunu kalınlaştırması, da böyle bir anlam taşımaktadır. Bütün bu davranışlar bir dil görevini yapmaktadır ve demek istemektedir ki: Benden korkun, kalplerinizde benim görkemime, korkuma yer verin.

Bunun gibi kadın da öyle bir elbise giyinip yürü.yebilir ki bu davranışlar konuşmayla başlayarak, peşimden gel, laf at, karşımda diz çök, aşk ve tapınmanı açıkla diyerek feryat edebilir.

Acaba kadının değeri böyle bir şeyi kabul eder mi? Acaba sade ve sessizlikle gelip gitse, dikkatleri dağıtmasa şehvetli bakışlarla erkekleri kendine doğru çekmese bu durum kadının değerine ve erkeğin değerine veya toplumun, yararlarına aykırımıdır, bireyin özgürlük ilkesine karşı yapılmış bir eylem midir?

Evet, eğer biri kadını eve hapsedip kapıyı üzerine kilitlemek gerektiğini söyler ve hiçbir şekilde evden dışarı çıkmasına izin vermezse, elbette bu doğal özgürlüğe, insanlık değerine ve Allah (cc)"ın kadına verdiği haklara aykırıdır. Bu gibi durumlar îslam dışı hicablarda görülmüştür, İslamda böyle şeyler yoktur.

Fakihlerden sorarsanız, acaba kadının evden dışarı çıkması haram mıdır? Hayır, cevabını verir­ler. Eğer sorarsan acaba kadının alış veriş yapması —satıcı erkek bile olsa— haram mıdır? Yani kadının alış-veriş işlerin de eğer taraflardan ötekisi erkek olursa haram mıdır? Haram değildir cevabını verirler. Acaba kadının konuşma toplantılarına katılması haram mıdır? Cevap yine hayırdır.

Kadının öğrenim yapması, fen ve sanat öğrenmesi ve sonra Allah (cc) 'ın onda yarattığı yetenekleri geliştirmesi haram mıdır? Cevap yine hayırdır.

Yalnız iki sorun vardır; biri, örtülü olmalı ve dı­şarı çıkarken kendini gösterir ve tahrik eder bir durumda olmamasıdır. Diğeri ise aile kurumunun yararları hayrı için kadının kocasının rızası ve izniyle dışarı çıkmasıdır. Elbette erkek ve aile yararlarını ve ailenin hayrını gözeterek karar almalıdır. Bazen mümkündür ki kadının, akrabalarının evine, kendi yakınlarına gitmesi bile hayırlı olmayabilir. Varsayalım, kadın kız kardeşinin evine gitmek istiyor ve kız kardeşi arabozan ve kargaşa çıkarıcı bir insan olup, kadını aile yararlarına karşı kışkırtmaktadır. Gözlemler de göstermiştir ki bu gibi olaylar az değildir. Böyle durumlarda koca böyle zararlı durumlarda ilişkileri —ki zararı yalnız erkeğe değil, kadının kendisine ve çocuklarına da dokunur— önleme hakkına sahiptir. Fakat ailenin yararlarıyla ilişkisi olmayan konularda erkeğin bağlayıcılığı yoktur.

Hicab-Murteza Mutahhari

Devamını Oku...

Gelin, örtüde uzlaşalım


Ergenekon operasyonu ile birlikte çetelerle mücadelede iş ciddiye binince ‘uzlaşma’ söylemi geliştiren ve dayatan çevrelere cevap Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu’dan geldi.
Sürekli uzlaşma çağrısı yapanların aynı şekilde milletin değerleri konusunda da uzlaşmaya açık olmaya davet eden Gündoğdu, “Uzlaşmaya bu kadar hevesliyseniz, gelin başörtü yasağının hizmet alan-veren ayrımı yapılmaksızın kaldırılmasında uzlaşalım. Çeteler ile mücadelede ve demokratikleşme yolunda atılan adımlarda uzlaşalım. Ülkemizi geriye değil, daha ileriye götürecek reformlarda anlaşalım. Ülkeyi bilinçli bir şekilde geren Mason işbirlikçiler ile mücadele edelim. Çağdaş bir ülkeye yakışır bir şekilde, üzerimize deli gömleği gibi giydirilmiş darbe anayasasını çıkartmakta ve antidemokratik oluşumların kökünü kazımakta uzlaşalım” çağrısında bulundu.

HODRİ MEYDAN

Uzlaşma konusunda gerçekten sağduyulu yaklaşan birçok sivil toplum örgütünün yanı sıra uzlaşma olarak, demokratikleşme yönünde atılan adımların önüne barikat kurmak isteyenlerin de olduğunu vurgulayan Gündoğdu, “Bu iki ayrımı iyi yapmak zorundayız. Bizim sözümüz, uzlaşma derken başka arayışlar içinde olanlaradır. Uzlaşmaya bu kadar hevesliyseniz, gelin başörtü yasağının hizmet alan-veren ayrımı yapılmaksızın kaldırılmasında uzlaşalım. Çeteler ile mücadelede ve demokratikleşme yolunda atılan adımlarda uzlaşalım. Yok uzlaşmadan kasıt çeteler ile pazarlık ve sivil anayasadan ödün ise buna asla razı olmayız. Hükümet asla geri adım atmamalı ve demokrasiden ödün vermemelidir. Demokratikleşme ve sivil anayasa konusunda tam tersine bir adım geri değil ileri atılmalıdır. Bizler bürokratik değil, sivil bir devlet istiyoruz” dedi.

“SİVİLLEŞME SABOTE EDİLMEK İSTENİYOR”

Demokratikleşme sürecini baltalamak isteyen çevrelerin asıl derdinin uzlaşma adı altında hükümetin çeteler karşısında elini kolunu bağlamak olduğunu kaydeden Gündoğdu, şöyle konuştu: “Asıl rahatsızlık sivil anayasa, çetelerin üzerine gidilmesi ve başörtüsü konusunda hükümetin attığı kararlı adımlardır. Bu adımların atılmasıyla eşzamanlı olarak, Mason localarının liderleri, Doğu Silahçıoğlu paşa, Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın demokrasiye yakışmayan sözleri sarf etmesi ve kimi tetikçi kalemlerin köşelerinde değerlerimize saldırması, açıkça hedef göstermesi tesadüf değildir. Bu sürecin uzantısı olarak da AK Parti’ye açılan kapatma davası, sivilleşmeden rahatsız olanların düğmeye basmasıdır. Tarihimizde ilk defa yakaladığımız fırsatlar bu çevrelerce sabote edilmek isteniyor. Bu süreçte dik duruş çok önemlidir. Eğilip bükülmeden, asla geri adım atmadan hükümet üstüne düşen görevi yerine getirmelidir.”

Devamını Oku...

Doğan Grubunun Başörtüsü Düşmanlığı

Doğan grubu gazeteleri birbiriyle yalan ve çarpıtma haber yarışına girdiler.

Aynı grubun haber ajansı olan DHA’nın (Doğan Haber Ajansı) Türkiye’nin dört bir tarafından geçtiği haberler gazete merkezlerinde itina ile düzenlenerek haberleştiriliyor. Bu tür haberlerin son örneği Erzurum’dan geçilen bir haber oldu. Milliyet ve Posta gazetelerinde Katılımcıların tamamının başörtülü köylü bayanların oluşturduğu yarışma, çarpıtılarak verildi. Yarışmacıların başörtülü olması öne çıkarılarak verilen haberde 'Atatürk posteri önünde 14 türbanlı' ve 'Hale bak' başlıkları kullanıldı.

Erzurum’da Tarım İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen kadın çiftçilere yönelik bilgi yarışmasına, 14 yarışmacının hiçbiri Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in tam adını bilemedi ve Atatürk önünde 14 türbanlı yarışmacı başlıklı haberin devamında laf yine döndürülüp dolaştırılıp başörtüsüne getirilmiş.

Çiftçilik yapan yarışmacıların başörtülü oluşunu büyük bir suçmuş gibi sunan gazete yarışmacıların başörtüsünü bağlayış şekillerine de özel bir anlam yüklemiş.Peki gazetenin ortada büyük bir suç varmış gibi yaptığı haberde işin aslı nasıl?

Öncelikle yarışmaya katılanların tamamı çiftçi.Bu nedenle de uymak zorunda oldukları her hangi bir kural yok. Yani ne öğrenciler ne de bir kamu kuruluşunda çalışıyorlar.Tamamen inançları gereği örtünerek oraya gelip yarışmaya katılmışlar.Fakat gelin görün ki Milliyet Gazete’sinin bu kadarına bile tahammülü yok.

Zaten haberde oradaki yarışmadan daha çok yarışmacıların kıyafeti üzerine yapılmış ve yazılmış bir haber. Farklı köylerden gelen ve birbirini belki de hiç tanımayan yarışmacıların benzer şekilde giyindiği iddia edilerek bu duruma özel bir anlam da yüklenmiş. Haberi yapan muhabir işi daha da ileri götürerek yarışmacıların çizmelerinden ve şık giyinmelerinden de rahatsız olmuş.
Milliyet ve Posta gazetelerinde Katılımcıların tamamının başörtülü köylü bayanların oluşturduğu yarışma, çarpıtılarak verildi. Yarışmacıların başörtülü olması öne çıkarılarak verilen haberde 'Atatürk posteri önünde 14 türbanlı' ve 'Hale bak' başlıkları kullanıldı.

Çiftçilik yapan yarışmacıların başörtülü oluşunu büyük bir suçmuş gibi sunan gazete yarışmacıların başörtüsünü bağlayış şekillerine de özel bir anlam yüklemiş.Peki gazetenin ortada büyük bir suç varmış gibi yaptığı haberde işin aslı nasıl?

Öncelikle yarışmaya katılanların tamamı çiftçi.Bu nedenle de uymak zorunda oldukları her hangi bir kural yok. Yani ne öğrenciler ne de bir kamu kuruluşunda çalışıyorlar.Tamamen inançları gereği örtünerek oraya gelip yarışmaya katılmışlar.Fakat gelin görün ki Milliyet Gazete'sinin bu kadarına bile tahammülü yok.

Zaten haberde oradaki yarışmadan daha çok yarışmacıların kıyafeti üzerine yapılmış ve yazılmış bir haber. Farklı köylerden gelen ve birbirini belki de hiç tanımayan yarışmacıların benzer şekilde giyindiği iddia edilerek bu duruma özel bir anlam da yüklenmiş. Haberi yapan muhabir işi daha da ileri götürerek yarışmacıların çizmelerinden ve şık giyinmelerinden de rahatsız olmuş.

Aynı grubun diğer bir gazetesi olan Posta'da da durum aynı. 'Görüntüleriyle çiftçiye benzemeyen yarışmacıların hiçbiri Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker'in adını bilemedi.' ifadelerinin kullanıldığı haberden, Posta Gazetesi'nin sadece üniversitelerdeki başörtüsünden değil çiftçilerin bile başörtüsünden rahatsız olduğunu ortaya koydu.

SAMANYOLUHABER

Devamını Oku...

27 Mart 2008 Perşembe

Birand: Türban Uğruna, Geleceğimiz Kararıyor


Bir türban uğruna, geleceğimiz kararıyorBaşbakan Erdoğan, Bosna Hersek’li öğrencilere hitap ederken “ AB ülkeleri bizi aralarına almadılar. Emin olun bu nedenle Türkiye’nin kaybedecek hiçbir şeyi yoktur” demiş. Sayın Başbakan son derece yanılıyor. Türkiye’nin olduğu gibi, kendisinin ve partisinin de neler kaybettiğini daha şimdiden gözlüyoruz. Türkiye, elindeki en önemli kartı kaybediyor. Bir türban uğruna, ülkenin geleceği kararıyor. AKP de, AB güvencesi kalmadığından dolayı meşruiyetini kaybediyor.
Başbakan’ın Bosna Hersek’te öğrencilerle yaptığı konuşmayı okurken içim sızladı.

Avrupa Birliği ülkelerinin, Türkiye’yi aralarına almak istemediklerine dikkat çeken Erdoğan, bu durumda Türkiye’nin kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını söylemiş.

Ne yazık...

Eğer Başbakan buna gerçekten inanıyor ise, durumumuz dramatik demektir.

Önce bir durum tespiti yapalım.

Avrupa ülkeleri arasında sadece 5’i (Fransa, Almanya, Hollanda, Avusturya, Kıbrıs) Türkiye’nin 15 yıl sonra gerçekleşmesi beklenen tam üyeliği konusunda tereddütler ileri sürüyor, tam üyelik yerine İmtiyazlı Ortaklığı tercih ettiklerini belirtiyorlar. Buna karşılık katılma müzakerelerini hiçbir şekilde engellemiyorlar. Geri kalan.22 üye ülke ise, Türkiye’nin tam üyeliğine tam destek veriyor. Yani müzakereler yürümektedir. AB, kendi açısından çalışmaları aksatmamaktadır.

Buna karşılık Türkiye, üç yıldan beri, yapması gerekenlerden hiçbirini yapmamış, iç politika kavgaları nedeniyle kılını dahi kıpırdatmamıştır.

Şimdi kalkıp “AB bizi arasına almıyor” demek, ilişkilerin bugünkü duruma düşmesine bir gerekçe bulmaktan başka bir şey olamaz. Üstelik, bugün gelinen nokta için, karşı tarafı değil, kendimizi suçlamamız gerekiyor.

Bütün bunları bir yana bırakalım.

Benim asıl üstünde durmak istediğim nokta, Başbakan’ın bu sözüyle, AB projesini hiçte benimsemediğini göstermesidir.

Başbakan temel bir yanılgı içindedir.

Eğer bu proje gerçekleşmezse, Türkiye çok şeyler kaybedecektir.

Gayet tabii dünya durmaz, ancak Türkiye Orta Doğu’nun karanlıklarına itilir ve oradan çıkamaz. 1 inci ligde oynayamaz. Halkı zenginleşemez.

Bugün Türkiye’nin AB ile ilişkileri neredeyse durma noktasına geldiyse, bunun nedeni Brüksel’in tutumundan çok, AKP iktidarının 22 Temmuz seçimlerinden yüzde 47 oy aldıktan sonra, başının dönmesi ve türban konusunu gündeme sokarak tüm gidişi alt üst etmesinden dolayıdır.

Türkiye rahatını bozdu.

Türkiye, göz göre göre, tarihinin en önemli projesini kuma gömdü.

AB ilişkilerine gereken duyarlılık gösterilmiş ve reformlar gerektiği şekilde yürütülüyor olsaydı, bugün Türkiye bir türban uğruna böylesine kargaşaya düşmezdi.

Türk kamuoyu da, AKP hakkında bu kadar kuşkulu davranmazdı.

Unutmayalım ki, laikliğin en önemli güvencesi, AB’ye tam üyeliktir.

AB değerleri, aynı zamanda dini inançların da, ibadet özgürlüğünün de, bireysel özgürlüklerin de en önemli garantisidir.

Avrupa çapasını boşlamak üzereyiz.

İnşallah Başbakan bunun ne demek olduğunu görür.


M.A. Birand/Hürriyet

Devamını Oku...

Üniversitede Ürperten İddia!

Ürperten iddia: Üniversitedeki olayları, iki grup anlaşarak çıkarıyor!

Gerginliğin eksik olmadığı Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) yine gündemde. Önceki gün gerçekleşen ve 8 polis ile 2 öğrencinin yaralandığı olayların ardından eğitim ve öğretime ara verilen fakültede endişeli bekleyiş sürüyor.

Karşıt görüşlülerin kavgalarından bıkan diğer öğrenciler ise fakültede yaşananların perde arkasına ilişkin ilginç bilgiler veriyor. Adını vermek istemeyen öğrencilerden biri, "İki grubun önde gelen isimleri, birlikte ne zaman kavga edeceklerini kararlaştırıyorlar." diyerek, provokasyona dikkat çekiyor.

Pazartesi gününe kadar tatil edilen kurumda, yönetimin tutumu da eleştiriliyor. Olayları engellemek için 2 yıl önce girişlere yerleştirdiği kamera ve x-ray'lere rağmen sopa ve kesici aletlerin fakülteye sokulması bazı soru işaretlerine neden oluyor. Fakültede 4 yıldır eğitim gören bir öğrenci, "Grupların okula kavgalarda kullanabilecekleri malzemeleri nasıl soktuklarını anlayamıyoruz." diyor. Öğrencilerin anlattıklarına göre, kavgalar genellikle orta bahçede filizleniyor. Burada bulunan iki kantinde karşılıklı sataşmalarla başlayan söz düellosu, kısa sürede taşlı sopalı çatışmaya dönüşüyor. Gruplar, kendi görüşlerini ifade etmek için değil provokasyon amaçlı gösteriler düzenliyor. Öğrencilerden biri şahit olduğu bir olayı şöyle anlatıyor: "29 Şubat'taki öğrenci olayları kantinde çay içerken planlandı. İki grubun önde gelen isimleri, benim yanımda 1 saat sonra çatışacaklarını söylediler. Gerçekten 1 saat sonra olaylar çıktı." Fakültede karşıt görüşlü öğrenciler arasında önceki gün çıkan olaylar sırasında 'polise mukavemette bulunduğu' iddia edilen İ.Ö., E.Ş. ve İ.Y. isimli 3 öğrenci tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Öte yandan, DTCF'deki olaylar üniversitenin Tandoğan Kampüsü'ne de sıçradı. İddiaya göre, Fen-Edebiyat Fakültesi'nin kantinine gelen iki öğrenci 1968'lerin sol siyasi görüşlerini simgeleyen liderlerinin fotoğrafları bulunan bir pankart asmak istedi. Bir başka grup ise buna karşı çıktı. Pankart asılmasına karşı çıkanlardan olduğu iddia edilen öğrencilerden biri elinde satırla öğrenciler Ali D. ve Çağlayan Ç.'ye saldırdı. Kimliği belirlenemeyen saldırgan, iki öğrencinin başlarına ve bacaklarına satırla vurduktan sonra olay yerinden uzaklaştı. Öğrenciler güvenlik görevlileri tarafından acil servise kaldırıldı. Öğrencilerin durumlarının iyi olduğu öğrenildi.

Devamını Oku...

26 Mart 2008 Çarşamba

KUR'AN, TOPLUM, BAŞÖRTÜSÜ - Ahmet Taşgetiren



KUR'AN, TOPLUM, BAŞÖRTÜSÜ

Danıştay' ın "başörtüsü demokratik bir hak değildir" biçimindeki son kararı gazetelerde "Başörtüsü için son nokta" başlığı ile yer alıyor. "Son nokta", yani "artık bitti bu iş, defteri dürüldü başörtüsünün..."

Belki Demirel'in Gürüz'ü yeniden YÖK Başkanı seçmesi de, bu kanaati besliyor. Gürüz ve elinde yargının kırbaç gibi kararları... Ne yapsın başörtüsü?

Acaba öyle mi? Yoksa "son nokta" ifadesi, gerçeklikten ziyade bir temenniyi mi yansıtıyor?

Bir kere "son nokta" yollu yaklaşımlar ilk değil. Taa, Anayasa Mahkemesinin 1989'daki kararından bu yana, yargı sürecinde müteaddit defalar "son nokta" konuluyor ve fakat, bu ülke kadınının-genç kızının başörtüsüyle birlikteliği engellenemiyor. Hatta yargının kendi içindeki karar farklılığı da engellenemiyor. Nitekim, Danıştay'ın son kararı da, bir Bölge İdare Mahkemesi'nin başörtülü öğrenci lehine-Üniversite aleyhine verdiği bir kararın iptalinden ibaret... Yani bir bakıma, yargının zihni bile yeterince durulmuş değil "başörtüsü yasağı" noktasında...

Neden? Çünkü bir hadise var cân ile cânân arasında...

Hadise, Kur'an, toplum ve başörtüsü denkleminin içinde yatıyor.

Bugünler, bu ülkenin insanı, daha bir Kur'an'la içiçe yaşıyor. Ramazan demek, oruç yanında çok sade insanlarımızın, Kur'an'la buluştuğu ay demek. Eskiden insanlarımız, mukabelelerde sadece Kur'an metnini okur, arapça bilmediği için belki muhtevasına nüfuz edemezdi. Oysa şimdi pek çok Kur'an meâli var ve yetkililerimizin pek sevdiği "Kur'an Müslümanlığı" sayesinde çok sade insanlar, meâlden de olsa Kur'an muhtevasına ulaşıyorlar. "Allah benden ne istiyor?" sorusu, bugün Kur'an okumalarının ana gündemi halinde... Eğer bu ülke insanı ile Kur'an arasında böyle bir ilişki mevcutsa, yani bu ülke insanı, Kur'an'ı kendi hayatı için müracaat kaynağı olarak görüyorsa, ve tesettür-başörtüsü o çerçevede bu ülke insanının hayatına girmişse, o zaman, kanuni yasaklar, ancak belirli süre ve sınırlı insanlar üzerinde etkili olacaktır. Yani bir damar, sürekli toplumu besleyecek, ve o damardan beslenen çiçeklenmeler olacaktır. Bu, toplumsal gerçekliktir.

Ne yapacaksınız? Damarı keseceksiniz! Yani Kur'an'la bu toplumun birlikteliğini yokedeceksiniz. Eğer onu başarırsanız, hakikaten farklı bir toplum üretme ameliyesi hayata geçmiş, eh, başörtüsü sorununa da "son nokta" konmuş olur.

Rus Prensi Gorçkof, 19. yüzyılın sonlarında, "Türklerin elinden onları Türk kılan Kur'an-ı Kerim'in alınmasını" şart koşar, "aksi takdirde ıslahat fermanlarından hiçbir sonuç alınamayacağını" ifade eder. (Sistem Sancısı, Ahmet Taşgetiren, s. 15, 1991)

Avrupa'nın-Rusya'nın fanatik çevrelerinin böyle bir gündemi oldu hep; Türkler'in elinden Kur'an'ı almak...

Ne garip, bizim yöneticilerimiz de zaman zaman insanımızın Kur'an'la birlikteliğini bir biçimde sınırlandırma arayışında oldular. Demirel'in, "Din projesi" çerçevesinde, Kur'an'ın toplum hayatını düzenleyen ahkâm âyetlerini görmezden gelme çağrısı bunun bir uzantısı... Kur'an'ın hiç olmazsa bir alanı (toplum hayatına ölçü veren alan) yok farzedilmezse, Kur'an kaynaklı toplum yönelişleri ile, onu engelleyen yasal düzenlemeler arasındaki çelişki ve gerilim bitmeyecek. Başörtüsü de o gerilim alanlarından biri.

Deprem bölgesine bakınız. İnsanlar, o güç şartlarda, namaz kılıyor, oruç tutuyor. Teravih 20 rekatlık bir namazdır. 13 rekat da Yatsıyı ve Vitir namazını ekleyin, tam 33 rekat namaz. Çadır soğuğunda genç yaşlı binlerce insan saf bağlayıp, Rabbin huzuruna duruyor. Neden?

Neden o kadınlar, genç kızlar, dedeler, nineler, delikanlılar depremin kahredici şartlarına rağmen oruçtan vazgeçmiyorlar.

Oysa biz, dışardan gazel okuyan fetvacılar çoktan "depremzedeler oruç tutmayabilir" diye fetva vermiştik. Onlar, o ruhsata sığınmadılar. Sahurda kalkıp gözleme yapmak pahasına, iftarda sade çorbaya kaşık sallamacasına yüreklerindeki oruç bütünlüğünün parçalanmasına izin vermediler. "Her yerimiz yıkıldı ise, yüreğimiz de yıkılmadı ya!" diyerek, mânen oruca dayandılar...

Bakın deprem bölgesine... Kameranın gördüğü hemen tüm kadınlar başörtülü... Sanki normal zamanda başları örtülü olmayanlar bile, başörtüsünde bir sığınak bulmuşlar, sarıp sarmalamışlar başlarını...

Neden bütün bunlar? Bunu anlamak lâzım. Bu ülke sosyolojisini anlamak lâzım. Kanunları yaparken, buradan yola çıkmak, bu ülkenin kültür kaynaklarına uzanmak lâzım. "Kur'an'ın şu kadar âyetinin üstünü çizelim" demekle de olmuyor, toplumla Kur'an arasındaki bağları azaltalım demekle de...

İnsanımızla İslâm arasında, her şeye rağmen çok canlı bağlar var ve bunlar devam ediyor. Toplum ibadetten günlük hayata uzanan çok geniş bir alanda İslâm'ı üstün değer olarak görüyor. Toplum hayatını, geleneklere, günlük yaşayışa varıncaya kadar laikleştirme projesi tutmadı. Üstelik büyük toplumsal sancılara sebep oldu. Kadın kıyafetine yönelik düzenleme tüm Cumhuriyet döneminin en sancılı konularından birisidir.

Başörtüsü alanında hiçbir zaman son nokta konulamaz.

Bugün, bu Ramazan günü, Türkiye'de ve dünyada milyonlarca insan bir kere daha Kur'an okuyacak ve bilincini yenileyecek. Buna kim mani olabilir?

İşte Yaşar Nuri Öztürk'ün hazırladığı ve 1994 yılında Hürriyet'in okuyucularına hediye olarak verdiği Kur'an meâlinden Nur Suresi 31'inci âyet:

"Mü'min kadınlara da söyle: Başlarını yere indirsinler. Irzlarını / eteklerini korusunlar. Süslerini zinetlerini, görünen kısımlar müstesna, açmasınlar. Örtülerini / başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler..........Süslerinden gizlemiş olduklarının bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar.

Ey müminler, hepiniz topluca Allah'a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz."

Bu da Kur'an koyduğu son nokta... Bakalım tarihin sonu, kimin son noktasına hayat hakkı tanıyacak?

11.12.1999 - Yeni Şafak

Ahmet Taşgetiren

Devamını Oku...

Hz. Sümeyye

Sümeyye!..

Ammar’ın annesi Sümeyye!..

Yasir’in sevgili eşi Sümeyye!..

Mü’minlerin cefakar annesi Sümeyye!.. Ve... Ve İslam’ın ilk şehidi Sümeyye!..

Son mübarek dinin, son mübarek peygamberin ilk şehidi...

Evet!.. Evet, türlü işkencelerden sonra Ebu Cehil’in kalbine sapladığı mızrak ile şehadet şerbetini içen Sümeyye.

Kocası Yasir ve iki oğlu ile günlerce işkenceye maruz kalan Sümeyye!

O, müşriklerden işkence gördü.

Ebu Cehil tarafından da şehid edildi. Kızgın Mekke kumlarının üzerine yatırılıp işkence edilen...

El ve ayaklarına dört deve bağlanan ve develer dört ayrı istikamete doğru sürülerek kolları ve bacakları un ufak edilen...

Lat, Menat ve Uzza putlarına imana davet edilen kadın Sümeyye! ALLAH ve Rasulü’ne olan imanından canı pahasına vazgeçmeyen...

Ölümü sevgiliye kavuşmak istercesine severek karşılayan...

Dünya ve dünyadaki nimetleri bir çırpıda reddeden...

Küfür nizamının yıkılışını kanı ile çabuklaştıran...

Ve bütün mü’minlerin annesi olma şerefine nail olan o güzel anne Sümeyye!..

Ebu Cehiller, Ebu Lehebler yine iş başındalar.

Bu kez Sümeyye’nin kızlarına musallat oldular.

Zaten Sümeyye anne ta o gün bunları bizlere haber vermişti. Gördüğü işkenceler ile...

Akıtılan kanları ile... Ve verdiği canı ile anlatmıştı bize.

“Kızlarıma sahip çıkın” demişti.

“Sahip çıkın benim davamın takipçisi kızlarıma!..

Oğullarım Ammar ve Abdullah bana sahip çıktılar.

Benimle beraber aynı zulüm ve işkenceleri metanetle karşıladılar.

Siz de kızlarıma sahip çıkın” diye haykırmıştı.

Dün Sümeyyeler bedel ödediler. Bugün de kızları bedel ödüyorlar.

Günümüzün Ebu Cehilleri onları bir bir katlediyorlar!

Gürüzler, Alemdaroğulları, Serterler ve ötekiler Sümeyye’nin kızlarına zulmediyorlar.

Yani günümüzün Ebu Cehilleri!..

Sümeyye’nin kızları yerlerde sürükleniyor.

Otobüslerle toplanıp dağ başına atılıyorlar. İdam ile yargılanıyorlar.

Hapsediliyorlar. Üzerlerine panzerler sürülüyor.

Pompalı tüfeklerle katlediliyorlar.

Fakat Sümeyye’nin oğulları ortalıkta gözükmüyorlar nedense!

Neredesiniz ey Sümeyye’nin oğuları? Nerelere kayboldunuz?

Nazar mı değdi sizlere? Hangi delikte ALLAH ’ın vaadini bekliyorsunuz?

Çıksanıza ortaya! Korkmayın!.. İman edin!..

ALLAH herşeyden daha büyük ve güçlüdür.

Çıkın ortaya artık! Çıkın!..

İman tazeleyin ve Sümeyye’nin oğullarına yaraşır bir biçimde zulme karşı durun!..

Yılmayın.. Ürkmeyin... Dağılmayın...

Eğer ALLAH ’a inanıyorsanız, siz üstünsünüzdür.

Korkaklık ederek zalimleri üstün hale getirmeyin!

Size sesleniyorum anne ve babalar!..

Okulun önünde kızlarını döverek başlarını açtıran anne ve babalar...

Kızlarını eve hapsedip, günde üç öğün dayak atan anne ve babalar...

Kızların namusuna tabelleş olan cebi dolu kodamanlar...

“Ben sana yardım ederim” diyerek, sahte bir nikah ile kız çocukların namusuna tebelleş olan ve üç gün sonra da kapı dışarı eden dini bütün(!) adamlar...

Kızlarının davasına sahip çıkmayan anne ve babalar...

Söyler misiniz, siz kimsiniz? Sizler kimin oğulları ve kızlarısınız?

Sümeyye’nin mi, yoksa Ebu Cehil’in mi?

Yoooo!.. Sizler asla Sümeyye’nin kızları ve oğulları olamazsınız!

Çünkü o südü bozuk kız ve oğlanlar doğurmadı.

Asla!.. Asla!.. Asla o haramzade çocuklar edinmedi.

Sümeyye’nin kızlarına zulmedenler!..

Sizler, olsa olsa Ebu Cehil’in çocukları olabilirsiniz. Yanılıyor muyum acaba?..

Hadi, hayır bizler Ebu Cehil’in oğulları ve kızları değiliz deyin! Diyemezsiniz...

Aslınızı inkar edemezsiniz... Ebu Cehil’in izinde olmaktan vazgeçemezsiniz...

Ey Sümeyye’nin elleri öpülesi kızları!..

Sizlere de yalvarıyorum! Siz de sahip olduğunuz iffet, namus ve şerefinize halel getirmeyin!

Eğer kendinize sahip çıkmazsanız, bu Sümeyye annenin davasına ihanet olur.

Devamını Oku...

Aç Kızım Başını !!! Yoksa Evde Kalacan !!

Sıcak bir yaz günü televizyonun karşısına oturmuş kanaldan kanala zaplıyorum tek amacım ne oluyor bitiyor ülkemde diye haberdar olmak. Gayet çarpıcı bir şekilde haberlerini özet geçen bir kanalda duruverdim. Malumunuz son haftalarda gündem iki konu üzerine yoğunlaşmış vaziyette biri “susuzluk” diğeri “türban” mevzu. Yani ikinci şık ne zaman gündemden düştü ki dediğinizi duyar gibiyim ama bu konu da artık güzel ülkemin habercilerini de sıkmış olacak. Zira aralarından bazıları olaya farklı ve orijinal boyutlar getirerek gayet masum olan bu vecibeyi alevlendirip diri tutmak için olağanüstü bir çaba harcıyorlar. O yüzden biz gündemin öne çıkan başlıklarını susuzluk ve “sululuk” olarak nitelendirelim çünkü yazımızın “tema”sıyla da gayet uyumlu.

Şimdi şahit olduğum iki adet sulandırılmış habercilik örneği vermek istiyorum. Birinci haber, Hayrünnisa Gül’ün türbanı nasıl modern olur? Şimdi böyle bir haber(!) için gerekli malzemeleri sayalım: Bir adet muhabir, bir adet kamereman ve bir adet manken. Haberin yapılacağı yer: Tabii ki Fatih. Söyleşinin hazırlandığı mekan: Ünlü bir tesettür giyim mağazası.Tüm detaylar ayarlandıktan sonra mağaza görevlisine sorulur: Türbanı modern hale getirmek mümkün müdür? Sanki şık(?) ve modern(?) örtünme biçimiyle karşımıza çıkarsa, bunların tüm dertleri bitecekmiş gibi. Hadi canım sende…

Sonra bir kanalın haber bültenlerinde tam 3 kez aynı şeyi dinliyorum. “Türbanın sorun yarattığı başka bir alan: Evlilik” Haberin anafikri bu yani. Neymiş efendim, başörtülü genç kızlar evde kalıyormuş çünkü dindar erkekler açık kızları tercih ediyorlarmış. Haberin kaynağı da güya bir kitap. Kitabın yazarını buluyor muhabir ve soruyor sizce neden böyle? Yazarın verdiği akıllara ziyan cevaba bakın -Çünkü açık kızlar daha fingirdek ondan heralde (gülüşüyorlar). Sonra muhabir sokağa çıkıyor, aynı soruyu birçok insana soruyor. Haberin sonunu dinliyoruz: “Evet, bugünlerde türban bir başka açıdan yani başörtülü kızların evde kalmasına sebep olmakla suçlanıyor.” Güya bırakın dindar olmayanlarını, dindar erkekler bile başörtülü kızları tercih etmiyormuş. Ey türban o kadarcık hacminle sen nelere kadirmişsin?

Benim ki sadece varsayım ama burnuma yine pis kokular geliyor. Evet sanki bu çeşit bir haberin mutfağında birtakım trajikomik hesaplar varmış gibi. Naçizane fikrimi iki haberci arasında gelişmiş olması muhtemel bir diyalog halinde özetleyeyim isterseniz.

-Hocam, bez parçası dedik, Arap adeti dedik kâr etmedi; üniversitelere giremezsiniz dedik terk etmediler. Neredeyse tüm dizilerde temizlikçisini, hademesini, alt sınıfını başörtülü yaptık, vazgeçmediler; Sophia Loren gibi takın, dedik o da tutmadı. Yahu daha ne kaldı?

-Buldum abi. E, başını örtersen bittin sen, evde kalıcan mesajı versek, belki bir nebze işe yarar?

Z.N.YÜKSEL

Devamını Oku...

TESETTÜRLÜ MÜYÜM ??

TESETTÜRLÜ MÜYÜM???

Bu soruyu kendimize bir soralım..Bir çoğumuzun cevabı evet olacaktır..Peki tesettür yalnızca başını kapatmakmıdır??..Ve ya bir şekilde vücudunu çeşitli kumaşlarla örtmek mi?? Böyle olmadığına inanıyorsunuzdur eminim.
Günümüzde tesettür adına giyilenlere bir göz atalım,özellikle genç kesimin giyimine.....
Birde şu Ayet-i Kerime ve Hadis-i şerif'lere:

*"Mü`min kadınlara da söyle:
Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler.
Görünen kısımları hariç, zinetlerini açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar...
Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar..." (Nûr Suresi Ayet 31.)



** "Ümmetimin son dönemlerinde giyimli fakat çıplak bir takım kadınlar olacak,
bunların başlarının üstü deve hörgücü gibi bulunacaktır. Onlar cennete giremez, cennetin kokusunu bile alamazlar."
(Ebu Davud Libas 125, Cennet 52.)


***"Bir kadın koku sürünerek dışarı çıkar ve koku ulaşsın diye bir topluluğun yanına giderse
zinaya bir adım atmış olur."
(Tirmizi, Edeb, 35; Nesâî, Zîne, 35)


****Birgün Peygamberimiz bir arkadaşına Mısır`da dokunmuş bir keten kumaş vermiş,
yarısından kendine gömlek diktirmesini, diğer yarısından ise hanımının giysi yapmasını istemiştir.
Ancak daha sonra şöyle buyurmuştur:
"Hanımına git söyle altına bir gömlek diksin. Çünkü vücut şeklinin ortaya çıkmasından korkarım."
(El Kurtubî, El Cami`, XIV, 156.)


Şimdi bu Ayet ve Hadis'leri de göz önüne alırsak;

Başörtüsünü kıyafetinin içine koymak tesettür değildir.

Saçlarını aşırı topuz yaparak başını örtmek tesettür değildir.

Başını örterek vücut hatlarını belli edecek derecede dar kıyafet tesettür değildir.

Başında örtü altında pantolon veya bluejean tesettür değildir.

(çünkü pantolon bolda olsa baseni belli eder.)

Başında örtü yüzünde makyaj ve parfümle gezmek tesettür değildir..

Başında örtü altında dizaltı etek ve ten çorap tesettür değildir..

Tamamen bedene oturmuş pardesü tesettür değildir.

İçini belli edecek incelikte kıyafet tesettür değildir.



Şimdi aynı soruyu tekrar kendimize soralım,

TESETTÜRLÜMÜYÜM??

Devamını Oku...

ILKBAHAR YAZ TESETTUR KREASYONU

Havalarin isinmasiyla birlikte tum dogada bir kipirti, tum canlilarda bir hareketlilik goze carpmakta. Insanlar da ici icine sigmaz bir bahar coskunluguyla boy gostermekte sehrin dort bir yaninda.

"ILKBAHAR YAZ TESETTUR KREASYONU" evet duyar duymaz ekrana bakma ihtiyaci hissettigim haberin basligi buydu. Rengarenk ve ucuk kacik modellerden olusan sozumona tesettur defilesiydi bu. Dusundum ki kac bahar gelip gececek boyle icimizi burkan tesettur defilesi haberleriyle… Aslinda sadece bu haber degildi icimizi acitan. Disariya cikinca karsilastigimiz manzara da bundan farksizdi cunku yas grubu, sosyal statusu, egitimi ve medeni hali ne olursa olsun tesettur adina oyle goz tirmalayici bir kirlilik hakimdi sokaklara… Onlar anneydi, onlar ablaydi, onlar baciydi, onlar teyze ve hatta anneanne - babaanneydiler belkide… Ama en onemlisi onlar muslumandilar…. Evet muslumandilar; seri sonlarinda cilginlar gibi alisveris yapip dolaplar dolduracak kadar… Evet muslumandilar; yaz geliyor diye seansi bilmem kac dolardan zayiflama merkezlerine gidip en son moda hasemalarinin icine sigabilme telasi yasayan… Evet muslumandilar; bes yildizli ickisiz tatil koylerinde erken rezervasyon derdini tasiyan… Evet muslumandilar; bilmem kacinci kez gittikleri kutsal topraklarda kac yildizli otelde kaldiklarinin muhabbetini yapan… Evet muslumandilar; oyle ayakkabilari vardi ki caddelerde kendileri gozukmeden takirti sesleri gelen…. ya cizmeleri tatli cadinin ki gibi alabildigine sivri uclu, bakin ben de sizdenim diye birilerinin gozune sokuyorlardi, adeta bir supurgeleri eksIkti. Asgari ucret kadar bir fiyata aldiklari parfumlerin kokusu da otelerden duyuluyordu.
Eskiden oldugu gibi tesetturlu giyinmek hic de zor degildi. Carsi pazar gezmeye gerek yoktu ki… Cunku her vatandasin giydigini artik giyebiliyorlar, ustune onemsiz bir ayrinti ve aksesuarmiscasina paketliyorlardi baslarini. Pantolon ustune mini etek giymeler, midi etek altina uzun cizme ve file coraplar, strech bodyler, makyajlar ve daha neler neler…

Farkinda olmadan modernizm adli canavarin midesine dogru yol aliyoruz. Bir ogutme makinesi gibi ogutuyor bizi gun be gun. Ozumuzu, imanimizi, samimiyetimizi tum bu hasletlerimizi savuruyor cagin en karanlik dehlizlerine….ve sehir dolup tasiyor adi Ayse, Zeynep, Fatima, Sumeyye, Meryem olan kizlarla. Caglar oncesindeki adaslariyla yuzyuze gelselerdi acaba gozbebeklerinin taa icine bakabilecekler miydi en yeni imajlariyla halihazirda!

Devamını Oku...

23 Mart 2008 Pazar

Üniversiteli Kadınların Dine ve Başörtüsüne Bakışı

Az sonra izleyeceğiniz bu görüntüler Türkiye'de bir bakışın göstergesi...

Görüntüler Üniversiteli Kadınlar toplantısından... Katılımcılar dine ve başörtüsünü bakışlarını anlatıyorlar... Bakın bu kadınlar neyden rahatsız oluyorlar?



İŞTE O VİDEO GÖRÜNTÜLERİ SEYREDİN VE YORUMU SİZ KENDİNİZ YAZIN...

Devamını Oku...

Peruğuma Örgü de Öreyim mi Hocam?

Odanı topladın mı güzel kızım?" dedi annem. Sesini bu kadar yumuşatmasa olmaz mı? Okula gittiğim günlerdeki gibi tatlı sert çıkışsa, ellerini birbirine vurup, hadi hadi kıpırda biraz, ne bu odanın hali! diye söylense. Evdeki herkes bana karşı neden melekleşti böylesine? Hani başıma geleni bilmesem ölümcül bir hastalığa tutuldum da kardeşlerim annem ve babam son günlerimde beni mutlu etmek için ellerinden gelen gayreti sarf ediyorlar sanacağım. O körolası yasak bizim liseye de dayandığından beri evimiz şehir tiyatrolarına benzedi... Yüreklerindeki ağıt apaçık yüzlerine yansırken neyi gizlemenin telaşındalar Allah aşkına... Bilmiyorlar mı ki ne yaparlarsa yapsınlar gülemem bundan sonra.

Annemin bütün ısrarlarına rağmen günlerdir evden çıkmamakta inat ediyorum. Kitap ve defterlerime sarılıp sarılıp ağlamak tek yapmak istediğim. Günün her saati, her dakikası okulumu, arkadaşlarımı düşünüp iç geçiriyorum. Sınıfta benim yokluğum belli olmuş mudur acaba? Öğretmenlerim niye okula gelmediğimi merak etmişler midir? Tam kimyada redoksları, fizikte Newton'u, edebiyatta Servet-i Fünun'u işleyecekken... Giremediğim sınavları nasıl telâfi edeceğim? Annem her gün biraz daha solan benzimi canlandırmak için mutfakta uğraşıp duruyor yine. Kahvaltıda şundan da yesene bundan da içsene diye ısrar edip duracak... Tam siyerde Hicret'e gelmişken... Kutlu Rasül'le birlikte aşıyorken çölleri... Çatalla iri bir peynir parçasını ağzıma dayayacak. Arapça'mı ilerletmenin hevesindeyken... Hadi aç ağzını Büşra'cığım... Sütünü yine soğuttun. Kübra ikinci bardağını bitiriyor bak... Başörtümü her gün biraz daha seviyorken... Ben de Kübra gibi okuluma yetişecek olsam üçüncüyü bile tüketirdim. Ama gün boyu meşgalesiz kukumav kuşları gibi evde oturup duran birinin neyine gerek fazla kalori almak... Ah aldığım her nefeste katre katre umutsuzluk dağılıyor alveollerime.

Kendimi tedavülden kalkmış paralar kadar kıymetsiz hissediyorum. Halbuki annemle babam ilk göz ağrımız, bizim altın damlamız diye severler beni. İlk günden baştacı edilmek her çocuğa kısmet olmaz biliyorum... Babamı güçlü bilirdim. Ama değilmiş! Benim en çok sevdiğimi elde etmeye gücü yetmiyor işte. Bu nemenem bir yasak ki boyu Ağrı Dağı'nı aşmış; kimseye geçit vermiyor. Tıpkı bir mıknatıs gibi bütün okulları yörüngesine çekiyor; ya da bütün okullar mıknatıs da yasağı kendilerine çekmek için can atıp duruyorlar ha bire. Televizyonda görürdüm de okula giremediği için gözyaşı döken akranlarımı, yasak bize uğramaz sanırdım. Farklı sanırdım müdürümüzü, öğretmenlerimi, pek çok arkadaşımı. Değillermiş... Farklı değillermiş!.. Başörtüsü yasağı okulda uygulamaya konunca, arkadaşlarımla birlikte okulun önünde eylem yaptık. Başörtümüzle okumak istiyoruz diye direndik... Yine o bildik müdahale! Memleketin cümle eli sopalısı karşımızdaydı. İnsana biz neymişiz de haberimiz yokmuş dedirten tehditler, hakaretler, saldırılar... İtip kakmalar, başörtülerimize hoyratça uzanan eller... Kelepçe ve cop heyulâsı... Gözaltılar... Kırmızıya boyanan alınlarımız, yanaklarımız, yüreklerimiz... Sonra kuaförlere peruk sormaya koştu bazılarımız... Hatice ve ben hâlâ kuaförlere küsüz!

Babam hemen okulla ilişiğim kesilmesin diye rapor aldı bir doktor arkadaşından. Sanki on yıllardır halledilmeyen problem yirmi günde çözüme kavuşacak da yirmi günün sonunda tıpış tıpış okulumun yolunu tutacağım. Yarın raporum doluyor. Okula başlamazsam birkaç haftaya kalmadan kaydım silinecek. Ah bunu düşünmek bile ne acı. Nasıl katlanacağım en sevdiğim kurum tarafından izole edilmeye. İçimden bugüne kadar aldığım üstün başarı belgelerini yırtmak, balkona çıkıp, "ben bu ülkeye sığmıyoruuuum" diye avaz avaz bağırmak geliyor... Odamın duvarında asılı şu okul birinciliği ibaresini alıp yere çalmak... İşte erkek kardeşim Muhammed'in şen kahkahaları. Hiç mi ablasının derdinden anlamaz bu çocuk. Boyu benimkini geçti ama aklı hâlâ beş karış havada. Güler tabii nasıl olsa bu ülkede erkek çocuklarına özgürlük çok. Kız olsaydı da öğrenseydi dünyanın halısını kilimini. Muhammed seneye ortaokulu bitirecek, liseye başlayacak, üniversite okuyacak; doktor, mühendis, avukat çıkacak! Ben de tatillerde kardeş yolu gözleyen vefakâr bir ev kızı olacağım. İzine gelecek kardeşine envai çeşit pasta-börek döşeyen, elinden yemek kitabı düşmeyen, elini yanağına dayayıp gözünü ufka dikerek hüzünlü hüzünlü kardeşinin okul anılarını dinleyen klâsik bir ev kızı! Of, artık hayal kurmak bile ne sıkıcı... Muhammed şimdi de bir şarkı doladı diline. Şu kapıyı hırsla çarpayım ki hatasını anlasın. Kapı güm diye inleyince sesi kesildi vurdumduymazın. Haksızlık yapıyorum galiba. Okuldan boynu bükük geldiğim ilk gün oturup benimle birlikte ağlamadı mı? Canım ablam diye boynuma sarılmadı mı? Okulda bana sataşan birçok yaramaz oğlanla dövüşmedi mi? Neden tafralarımı ona buna yüklemek, kırılganlığımı isyana dönüştürmek istiyorum ki?

Bugün annemin kabul günü. Öğleden sonra evimizi gamsız tasasız bir yığın ev hanımı dolduracak. Onlara baktıkça geleceğim için hayıflanıp duracağım ben de. Annem odamın kapısına dikilip, "Kızım gel sen de bir bardak çay iç" diyecek. "Senin çok sevdiğin cevizli kurabiyeden yaptım." Hayır! Ben kurabiye canavarı olmak istemiyorum. Haftanın her gününü bir ev gezmesine ayıran, oğluna-kızına çeyiz hazırlamaktan başka bir şey düşünmeyen, hareketsizlikten yağ bağlamış annelerin yanına çağırma beni. Biliyorum yaram küllenince beni de katmak isteyeceksiniz aranıza. Hamarat hamarat çay servisi yapacağım, pasta tabaklarını taşıyacağım, yeme içme bitince mutfaktaki dağ gibi bulaşığa sarılacağım. Üç ters bir düzden oyalar, danteller... İşlenirken müzik dinleyeceğim, sakız çiğneyeceğim sonra... Anne bugünler için mi harcadın ak sütünü?

Kübra elindeki harita metot defteriyle yanıma sokuluyor. "Abla şu problemi çözemedim" diyor. "Önce parantez içindekileri mi çarpacağım, yoksa bölme işlemini mi?" Farz et ki bölme diye terslesem şunu... Çarpsan ne olacak bölsen ne! Birkaç sene sonra sen de eve kapanıp kalmayacak mısın benim gibi. Elinde belki ilköğretim diploman bile olmayacak. Keşke okul denen muammaya hiç göndermeselerdi bizi. Göndermeselerdi de bu acıları yaşamasaydık. Elime kalemi alıp çarpıp bölüyorum isteksizce. "Anlatsana abla" diyor Kübra. "Neden çarptın, niye böldün?.." Ağzımı açsam hiç hayrına olmayacak... Hadi ikile der gibi defteri kolunun altına tutuşturuyorum. Bize bu zulmü reva görenler anlatıyorlar mı ki düşlerimizden niçin koparıldığımızı?

Annem, en küçüğümüz Ahmet'i okula hazırlıyor. Masmavi okul önlüğü içinde öyle şirin, öyle mutlu görünüyor ki içimdeki depremden en az nasiplenen o. Evdeki herkese her fırsatta çatmayı hüner bellemişken Ahmet'e tek kelime kötü söz çıkmıyor ağzımdan. Odamı yalnızca onunla paylaşıyorum. Geçen gece onun uyuduğunu sanarak karanlıkta sessizce gözyaşı döküyordum ki birden yatağından süzülerek yanıma sokuldu. Şefkâtli bir ağabey edasıyla: "Lütfen ağlama ablacığım" dedi. "Ben büyüyüp Milli Eğitim Bakanı olursam bütün okullarda serbest bırakacağım başörtüsünü. Beni bekle! Sakın büyüme emi!" Büyümeyeceğim Ahmet! Büyüyüp klişeleşmeyeceğim. Sen oku, büyük adam ol ki ablan liseyi bitirsin. Üniversitelere gitsin. Sakız çiğneyerek bulaşık yıkamasın ömrünce...

Bu kabul gününden kurtulmanın bir yolu olmalı. Acaba Hatice'ye mi gitsem? Birbirimizin dilinden en iyi ikimiz anlıyoruz. Körle şaşının halleşmesi gibi bir şey bu. Hatice de odasındadır şu an. Annesi az sonra bize gelecektir. Sen de gelsene diye zorlayacaktır Hatice'yi. Hatice gelmez. O da aynı kaygıları taşıyor çünkü. Büyük bir ihtimalle yolumu gözlüyor. Hatice'ye gitsem. Söyleşsek, ağlaşsak, taptaze okul anılarımızı anlatıp acısak birbirimize. Sonra birlikte dışarı çıksak, okulun önünden geçsek. Hiç değilse teneffüse çıkan arkadaşlarımızı izlesek gizliden gizliye. Nermin Öğretmen'i beklesek okul çıkışı... Hâlâ geri adım yok mu hocam? diye sorsak umutvâr. Bizsiz sınıfın tadı tuzu oluyor mu? Sizin yetmediğiniz anlarda kalkan parmak var mı havaya? Peruklu öğrencilerinize gözünüz alıştı mı? Sarı peruklar mı yakışmış on beş yaş çehresine, siyahlar mı? Hocam mutmain mi yüreğiniz? Aman kurbanınız olalım aydın ve münevver öğrenciler yetiştiriniz! Bize benzemesin hiçbirisi. Çağ üstü, çağlar üstü bir Türkiye için harcayın enerjinizi.

Giyindiğimi görünce: "Hayırdır nereye?" diye soruyor annem. Daha bir lokma bile bir şey yemeden. Sorma anne! Aklın fikrin yedirip içirmekte. Bebek miyim ben? Bebek olsaydım bunca yasak konur muydu önüme? Farz et ki tıka basa doyurdum karnımı. Hadi zorla beni, küçükken yaptığın gibi. Çok yemekten göbeğim şişmedi ama yüreğim patlamaya hazır bir bomba anne! İster misin şu balkondan atıvereyim kendimi. Ya da bir kutu vitamin, bilemedim dev tekerlekli bir kamyon. Ya da sen bul en az acı vereni... Annem: "Deli kız" diye karşılık veriyor öfkeli bakışlarıma. Amerika'daki dayımdan telefon bekliyor kaç zamandır. Ah bir arasa; "Büşra'yı gönderin ben burada bir okul ayarladım onu okutacağım", dese. Büşra kurtulacak... Ya diğer binlerce Büşra? Vefasız Amerikalı bir dayıya bile sahip olamayan Büşracıklar... Basra Körfezi'ne konuşlanma sevdasındaki donanmadan haberin var mı anne? Amerika beni okutmanın değil, Irak'ın canına okumanın derdinde... Çekil yolumdan hava alacağım. Sana iyi kabul günleri... Telefon çalarsa boşuna telaşlanma! Babamdır en fazla. Altın damlam ne yapıyor diye soruyordur. Sakın sıkma çocuğu. Olur olmaz işlere yorma. Vıdı vıdı edip kafasını şişirme. Bir depresyon geçiriyor... Hiç olmayan sevgilimden ayrılmadım ama benimki de bir tür depresyon işte. Herkese benzememe depresyonu... Zulmü hazmedememe depresyonu, kainata küskünlük... Beğenemedin mi? On beş yaş hezeyanları diyelim öyleyse... Menstrasyon bunalımları... Uyar mı? Adını sen koy anne! Çekil ya... Çekil.

"Benim güzel kızım!" diyerek saçlarıma uzanıyor. Okşayacak! Küçükken özene bezene taradığı sarı saçlarıma dokunurken gözleri dolacak. Evin içinde örtüp durma başını diyecek. Bak sana yeni bir toka aldım. Kübra'nınkinden daha güzel. Çeyizine yeni bir yazma oyalıyorum. Fiskos masanı iki gün oldu bitireli. Sehpa takımı zaten sandıkta... Damat da buldun mu bari. Kumral, uzun boylu olsun emi! En az iki fakülte bitirsin. Bana evde gitar-İngilizce öğretsin. Pul koleksiyonu artık demode... Üniversite anılarını anlatsın. Ama okumuş kızlarda hiç gözü olmasın. Onları şımarık ve ukala bulsun. Aile kızları gibisi var mı desin iki lafından birinde. (Okuyanlar aile kızı değil de ne sahi?) Ben de yarım kalan eğitimime ah edip gözyaşı dökmekten vazgeçeyim. Hatta böylesinin daha iyi olduğunu düşüneyim. Kocamın dizinin dibinde, senin dizinin dibinde oturduğum gibi oturup durayım. Eğer ille de okul hayatımdan söz etmek istersem resim dersinde yaptığım guaş boya tabloları anlatayım. Ve Allah'a dua edip durayım bana kız evlâdı verme diye...

Öf anneee! İçim bayıldı. Nefesim daraldı yahu. Her gün okula giderken yalnız çıkmıyor muydum sokağa. Bu kaygılı duruşun öldürüyor beni. Hava alacağım diyorum hava. Korkma ciğerlerim çatlamaz açık havaya çıkınca. Şehrin sokakları beni özlemiştir. Nahif bir kız vardı hanidir çiğnemiyor bizi diye tasalanıyordur kaldırımlar. Köşe başındaki dilenci bile şaşırmıştır bu işe de düzenin ruhu duymamıştır. Ah ultrasonda teşhiş edilebilseydi bizim gibiler... Beni neden doğurdun anne dediğimi duymak istemezsin değil mi? Lütfen çekilir misin?

Nihayet dış kapının koluna dokunabildim. Merdivenleri inerken bir hafiflik yayılıyor yüreğime. Annem ardımdan kapıyı kapar kapamaz telefona sarılmış olmalı. Kıza bir haller oldu diyecek. Sağ yanağına iki, sol yanağına üç damla yaş süzülecek. Aman bey göz kulak ol! Kızın bakışları hiç normal değildi. Nereye gittiğini de söylemedi. Gençtir, cahildir, üstelik depresyonda. Demedim mi bir doktora götürelim; iğne ilaç yazdıralım diye... Babam o sözünü bitirmeden telefonu kapatıp sokağa fırlayacak. Altın damlasına bir şey olursa yaşayamaz. Anneme kızmadan da edemeyecek. Elini kolunu bağlasaydın. Salmasaydın ya dışarı. Hiç sözünü geçiremedin zaten çocuklarına. Aklın fikrin ev işlerinde, kabul günlerinde be kadın!

Şehrin havasını teneffüs etmeyeli on dokuz gün olmuş. On dokuz gün önce son kez gitmiştim okula. Hiç otobüse binmez, iki kilometreyi yürüyerek tüketirdim. Bacaklarım ağrımaz, göğsüm sıkışmazdı böyle. Şimdi her adımda biraz daha tükeniyorum. Yorgun yorgun çarpıyor yüreğim. Gözlerim yol boyunca sıralanmış iş yerlerine takılıyor. Giyim kuşam mağazaları, marketler, tekel bayiileri, tost-sandviç büfeleri, mobilyacılar, vs... Ne kadar sakin ve yerli yerindeler. Ne bekliyordum, benim derdimle dertlenip kepenk indireceklerini mi? Geçen ay ekonomik kriz nedeniyle bir günlük boykot uygulamışlardı ama o, mühim şeydi canım. Ben okula gidemezsem kıyamet kopmazdı. Fakat kasaya giren azalırsa nice olurdu esnafın hali... Vergilendirilmiş kazanç kutsaldı! Bankacısından tekelcisine, f***esinden travestisine kadar helal lokma peşindeydi herkes! Kim demiş tepkisiz milletiz diye... Nerede neye tepki koyacağımızı iyi biliriz biz!

Niye okul yolundan başka bir caddeye sapmıyor ayaklarım. Okula gidip müdüre çıksam, "Hocam yarın raporum bitiyor sen bilirsin artık" desem... Ne renk peruk takayım diye soruyorsan, şöyle öğrenciye yakışan bir şey olsun diyecek kuşkusuz. Paris Kuaför'e okul bir yığın sipariş vermiş. Hangini alsam bana uyarmış. Peki formamın altına ne renk pabuç giymemi önerirsiniz? Kırmızı liseye yakışmazsa lacivert alayım. Forma boyu diz üstü mü olsun? Lafı mı olur anlatın, beni aydınlatın lütfen. Siz büyüğümsünüz, benden iyi düşünürsünüz!.. Evet evet 1785 Büşra'yım ben... Şu 9-A'nın haşin, asi çocuğu... Neden şaşırdınız...

İkide bir ardıma bakıp duruyorum. Hayret babam yetişemedi hâlâ. Mecalim kalmadı. Kalbim göğüs kafesinden sökülür gibi çırpınıyor. Ters düştük birbirimize telaşı ondan. Korkma! Kes şu gümbürtüyü. Benim bedenime ait bir organsan rahat dursana yerinde. VAllahi söküp fırlatırım. Herkes üzerine basar haberin olsun... Ne aort kalır, ne koroner arter, ne de ventriküler basınç... Sen temiz kanı pompala hücrelere. Üzerine erzan olmayana da karışma... Hadi hadi kes şu lüzumsuz çırpınışları...

Nerede kalmıştık hocam? Af buyurunuz. Elime dilime sahip olamıyorum da son günlerde. Dalaşıp duruyorum önüme gelenle. İnsan yüreğine bile söz geçiremezse anlayın artık gerisini. Siz barışık görünüyorsunuz maşAllah. Hani yirmi gün önce bayrak merasiminde yaptığınız o konuşma var ya, pek celâllenmiştiniz; "Başörtüsü yassak!" derken... Ona yasak denmez mi hocam? İki 's' kullanınca daha mı etkili oluyor? Hani bıçak gibi kesip atmaksa maksadınız, yasssssak da diyebilirsiniz ama etimolojiye aykırı düşmez mi? Beşeri kurallar önemli hocam! Aman gözünüzü seveyim dilbilgisi de olsa basite almayınız. Sonra başınızı ağrıtırlar. Uçan sinekten bile nem kapan müfettişleri bilirsiniz... Hazır yeni koltuk da edinmişken kendinize... Sakın... sakın... Farz edin ki evet-hayır yarışmasındasınız. Ama neden başınızı emme basma tulumba gibi sallayıp duruyorsunuz ki? Salla başını al maaşını demek istemiyorsunuz biliyorum. Ah her şeyi şu yanlış anlamam yok mu? Kalbi temiz olduğu için kendini namazdan muaf tutanlara bir benzeyebilsem, her şeyi doğru anlayacağım. Yoo hocam kafa mı bulurum sizinle estağfurullah... Ne haddime, hangi cüretle...

Öldün mü baba! Yetişsene, durdursana kızını! Hâlâ sen istediğin için başımı açmadığımı sanıyorsun değil mi? Şu gri eşarbı sen istiyorsun diye örttüğümü... Gör öyleyse... Yolda yakalayamazsan Anadolu İmam Hatip'in önüne gel. Korkma başka bir yere gidecek değilim. Bunca yıllık kızınım evden ve okuldan başka bir yerde gördün mü beni? Bundan sonra da görmeyeceksin inşAllah... Büşra ne demekti baba? Müjde mi! Müjdenin acısı da olur mu? Şu an yığılıp kalsam caddenin ortasına, elimden tutacak bir Allah'ın kulu bulunur mu? Bulunmaz baba! Kaç asırdır yıkık döküğüm kimin umurunda... Eskiden okul mu varmış baba! Okuyup da işsiz gezen binlerce üniversiteli var bu memlekette... Başı açık olan ve okumaya ilgi duymayan binlerce genç kız da... Ama fatura neden hep bana kesiliyor anlayamıyorum! Bana bir müjde getir baba! Dayımdan olmasın! O boş genç kızlık hülyalarını sakın diline dolama! Bana bir müjde getir baba! Cümlenin başında kocaman bir itimat olsun...

'Anadolu İmam Hatip Lisesi ' bu ibare neden böylesine bedbin görünüyor gözüme. Levhaların ruhu olur mu? Okul duvarları bile yas tutar mı içine alınmayan öğrencilere? Okul bahçesi köhnemiş bir cendereye dönüşmüş, mevcut neredeyse yarıya inmiş... Öğrenciler kuzu kuzu sıraya girmişler. Nöbetçi öğretmenler asil ve vakur dolanıyor sıralar arasında. Ne güzel! Huzuru bozan mihraklar al aşağı edilince okul okula benzemiş! Eğitim öğretim hızlanacak, muasır medeniyetin üzerine çıkacağız! Pabuç bırakmayacağız Orta Çağ zihniyetine. Çok şükür, çok şükür bugünü gösterene(!)

Öğrencilerin sınıf sınıf okula alınacakları sırada güç bela duvarın üzerine tırmanmayı başarıyorum. Derin derin nefeslendikten sonra sağ elimi havaya kaldırıp bağırıyorum bütün gücümle: "Peruğuma örgü de öreyim mi Hocam! Ucuna kırmızı kurdele de takayım mı? Lütfen tavsiye buyurunuz!" Ellerim başımdaki örtüye kayıyor... Bir ananın yavrusunu okşaması gibi parmaklarım şefkâtle geziniyor başörtümde... Üzerime çevrilmiş yüzlerce göze inat koca memleketin sahibi benmişim gibi rahatım. Birden karışıyor okulun bahçesi. Sanki şehir büyük bir uğultuyla üzerime akıyor. Öfke mi, sevgi seli mi anlamak güç... Bir anda gözlerim kararıyor, sendeleyerek aşağı uçuyorum... Tam sert zemine çivi gibi çakılacağıma inanmışken çelik gibi güçlü iki kolun hapsindeyim... Babam! Gür sakalının çevrelediği mütebessim yüzünü yüzüme sürüyor ağlamaklı... "Kızım!" diyor... "Altın damlam... Ocağımın bereketi... Biliyordum özüne ihanet etmeyeceğini..."



"Ah baba!" diye göğsüne gömülüyorum; "Ah babacığım! Lütfen bir daha şüphe bile etme! Etme!...
"



Nehir Aydın Gökduman

Devamını Oku...

BAŞÖRTÜSÜ DENKLEMİ

BAŞÖRTÜSÜ DENKLEMİ - 1

Hatırlıyorum da rahmetli dedem ne çok istemişti örtünmemi.’bir gün seni başörtülü görürsem’ diye başlayan adak cümleleri kurardı. Haksız da değildi hani, her iki dedesi hacı olup tüm kuzenleri örtülü olup da imam hatibe giden biri, liseye gidip de hala başı açıksa nasıl da göz tırmalardı o sülalede düşünsenize!Annem ve babam her seferinde ayıplanır ve bana yüklenirlerdi,bense ‘dedemden korktuğum için değil Allah rızası için örteceğim,okuyup anlayıp örtü mantığını kavramadan sırf sizi rahat bıraksınlar diye örtünmeyeceğim’ der dururdum.
Üniversiteyi kazandığım yaz okuma- araştırma Kuranı anlama çalışmalarım neticesinde örtünmeye karar verdim.Herkes çok sevindi artık ben de onlardan biriydim..aile meclislerinde şu kafası açık kız da kim denilen,horlanan kız gitmiş artık yerini başörtülü üniversiteli bir genç kız almıştı.Huzurluydum,rabbime bir söz vermiş ve yerine getirmiştim.huzurlu olduğum kadar da heyecanlıydım,her gün bitirmem gereken kitaplar,eski dergi fasiküllerim,özetlerim,küçük not kağıtlarım,her yerine notlar düşülmüş Kuranı kerimim vardı.Evde,okulda,otobüsde,her yerde okuyor okuyor rabbimi tanıyor ve yakınlaşıyordum.İnancımın hiç de hacı dedelerimin öğrettiğinden ibaret olmadığını görüyordum.

Dört koca yıl böyle hızlı bir şekilde okuyup,öğrenerek geçti.Fakültenin son yılına geldiğimizde içimize bir ateş düştü ki sormayın..Mezuniyetime iki ay kala her yeri kasıp kavuran başörtüsü yasağı bizim fakülteye de ulaşmıştı.Açanlar,açmayanlar derken ben örtünmemin dördüncü yılında safımı, açmayanların yanında belirledim.Bu sefer seneler önce kapan diye yalvarıp baskı yapan hacı dedelerim ve diğer büyüklerim başımı açıp okulumu bitirmem için baskı yapıyorlardı.İşin ilginci bana hep örnek olarak gösterdikleri kuzenlerim çoktan hazırlamışlardı bile peruklarını..Yıl 1998 …meydanlar,sokaklar hıncahınç insan dolu ..
Zulme direnen öğrenciler ve onlara destek veren binlerce esnaf,ana,baba,dede,bebek herkes…
Biber gazları,joplar,kovalamacalar,gözaltılar hiçbirisi onları yıldırmadı ‘başını aç ve okulunu bitir ‘diyen aile baskıları kadar.Başını açan arkadaşlarını dışlamadılar,ayıplamadılar,yargılamadılar ama dışlanan hep onlar oldu.

Dokuz yıl geçti hiçbir şey değişmedi,aynı coğrafya,aynı yasak .Birileri bu yasağı görmezden gelse de hala birilerinin içi kanar,yüreği sızlar o tarihi üniversitenin önünden geçerken.Kapısından kovulduğu,içeriye girmenin tek koşulunun inancını çıkarıp çantasına koymasının söylenildiği o günler film şeridi gibi akar gözlerinin önünden.
Bu yazıyı niye yazdım?harıl harıl öss telaşının yaşandığı şu günlerde belki de bir zamanlar o yasağa maruz kalmış anneler kızlarına ‘o okulu yazma şunu yaz ‘diye telkinde bulunuyor,o meydanlarda yumruk sallamış babalar bilmem hangi özel üniversitenin imkanlarını araştırıp ter döküyor.Aman kızları iyi bir üniversiteye girsin açık(!)da kalmasın diye..Adı Ebrar,Zeynep,Hatice olan kızlar üniversite yolunda şimdi.Aman ha içeriye girmenin koşulu belli! Şahit olduğum manzara yaralıyor beni tabiki,dokuz yıllık yaram kanıyor her üniversite kayıt zamanı.Okumak okumak ille de okumak ha! Kitabullahı okuyabildikmi yeterince?ya da kainatı?sorun okumaksa eğer…..

Niyetim kimseyi kınamak değil,ah anneler babalar dokuz yıl önce direnebilmeyi,direnerek bilenmeyi ve böylece özgürleşebilmeyi öğretebilseydiniz bize bu yara bu kadar yıl kanarmıydı?
Bu çok bilinmeyenli bir başörtüsü denklemi,çözülür mü bilinmez ya da denklem değil de eşitsizlik mi demeliyim sizce zira eşitlik bunun neresinde kim bile?

BAŞÖRTÜSÜ DENKLEMİ 2

Başörtüsü,yıllardır bu ülkede çok çeşitli şekillerde tanımlanageldi.Kimilerine göre,irtica tehdidi/kimilerine göre siyasi simge/kimilerine göreyse inancın bir gereği.

Günlerdir bu ülkedeki herkes bir şeyler söylüyor. Argo tabirle ‘ ağzı olan konuşuyor’.

‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan zevat,siyasi parti liderleri,ikna odalarının mucideleri,gazeteciler,öğrenciler kısacası herkes.Bir başı örtülü olanlar konuşmuyor diyecektim ki;birkaç zamandır hararetli tartışma programlarına ısrarla davet edilmeleri(garnitür niyetine) tabii ki reyting kaygısındandı.Ucuz,populist,pragmatist program yapımcıları karşıt görüşlü öğrencileri demokratik(!) bir platformda horoz dövüştürür gibi dövüştürüp ardından da ’ülkede kaos, gerginlik yok ‘diyerek pişkince sırıtıyorlardı.

Bizler fakülte önlerinde itilip kakılırken,coplanırken,anfilerden çıkarılıp hakaretlere maruz kalırken yaşadıklarımız bir film şeridi gibi aktı gözümden izlediğim haber bültenleriyle…On yıl öncesine gittim,yüreğim dağlandı.Yirmi yaşındaki o toy kız yok artık,büyüdüm öyle büyüdüm ki;yaşadığım adaletsiz/acı deneyim beni erken olgunlaştırdı belki de…

Üniversite diplomamızı alamamış olmamız kimilerinin gözünde ‘enayi’ yaparken bizi, kimileri de hizmetten(!) geri durmaya hakkımız olmadığını söylüyordu ısrarla.

Hiç unutmam; ‘ üniversitede böyle bir sorun olmadığını, başımızı açmayarak bu sorunu bizim çıkardığımızı’ nasıl da gözümün içine baka baka söylemişti Hipokrat yemini etmiş, bembeyaz önlüklü, kapkara zihniyetli hoca(!)

Başörtüsünü yalnızca çaycı, gündelikçi vb. kişilerde ve Anadolu’daki ninelerde görmeye şartlanmış önyargılı zihinler sözkonusu bir doktor, avukat,hakim,gazeteci,öğretmen olunca deli dumrul masalındaki gibi önümüze durup ‘hey sen de kim oluyorsun ‘ diyerek hizmet alan/veren teraneleriyle daha da gülünç duruma düşüyorlardı.

Fakültelerdeki o çok renkliliği yok ettiğinizden beri o bilim yuvalarının tadını tuzunu kaçırdınız. Oysa biz örtülü/örtüsüz birbirimizi sayar, severdik. Birbirimize çay ısmarlar, anfinin en önünden yer tutabilmek için dayanışırdık. Sınavlar gelip çattı mı ders notu alışverişi yapar, birbirimizin notlarının yükselmesine katkıda bulunurduk. Bunu yaparken de asla birbirimizi ‘sen şucusun/bucusun ‘ diye kategorize etmezdik. Çünkü bilirdik ki biz öğrenciyiz, buraya hakkımızla geldik ve okulumuzu bitirip insanlığa faydalı olmaktan başka gayemiz yok.Çünkü bilirdik ki başı örtülü ya da örtüsüz birbirimizin önce arkadaşı, sonra meslektaşıydık.
Ama siz, o şubat soğuğunda adaletsiz kılıcınızı dokundurduğunuzda fakültelerimize; büyü bozuldu, saat gece yarısı karanlığını işaret ettiğinde o muhteşem araba balkabağına, sürücüleri de farelere dönüşüverdi… Sonra ne mi oldu? Bizler akademik hayatın dışına itildik karanlık ellerle…

On yıl sonra yeniden adım atarsak fakültelerimize, belki sıra arkadaşlarımızı öğretim üyesi olarak göreceğiz… Ne trajikomik değil mi?

Bizim başörtümüz korkutmasın sizi!

Öğrencilerine vereceği notlarda objektif olamayacağını söyleyen rektör,

Bilimsel makale hırsızlığıyla haksız akademik kariyer elde eden prof.lar,

Üniversitelerin sosyal gelirlerini cukkalayan öğretim görevlileri korkutsun sizi…

Çünkü onlar yakınınızda, işte taa orada!


BİZİM BAŞÖRTÜMÜZ KORKUTMASIN SİZİ!

Devamını Oku...

Şubat 2008 Hak İhlalleri Değerlendirme Raporu

Özgür-Der'in topluma ve çağa tanıklığı sürüyor. Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin büyük bir emekle her ay periyodik olarak hazırladığı aylık insan hakları raporunun tamamını yayınlıyoruz.

Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin hazırladığı raporun tam metni:

Özgür-Der Diyarbakır Şubesi olarak topluma ve çağa tanıklığımız sürüyor. Her ay periyodik olarak hazırladığımız aylık insan hakları raporunu kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Giriş

28 Şubat postmodern darbesinin üzerinden 11 yıl geçti. Ancak, geçen onca zamana rağmen temel hak ve özgürlüklerin önündeki engeller tam anlamıyla ne kaldırıldı ne de hak kısıtlayıcı uygulamalardan vazgeçildi. Söz konusu dönemin mağdurları iktidar oldular ancak, yaşanan gelişmeler muktedir ol(a)madıklarını gösteriyor. Bu durum başörtü yasağının üniversitelerde kaldırılmasına yönelik atılan adımlarda apaçık ortaya çıktı.

Kürt sorununu askere havale eden siyasal iktidarlara karşın AK Parti'nin siyasi çözüm konusunda inisiyatif alacağını düşünen halk sınırötesi kara harekatı ile bir kez daha yanıl(tıl)mış oldu. Sınırötesi operasyon konusunda askerle tam bir fikir birliği içinde olduğunu söyleyen ve dökülen kanları durdurmak yerine bir komutan edasıyla kahramanlık nutukları atan başbakan siyasi çözüm beklentisi içinde olanları tam bir hayal kırıklığına uğratmakla kalmamış, ölen onlarca insanın da vebalini üstlenmiştir.

Şubat ayında, Tuzla tersaneler bölgesinde, ardı ardına yaşanan "iş kazaları" çok sayıda işçinin ölümüne neden oldu. Yaşanan ölümler, yıllarca görülmek istenmeyen emekçilerin iş güvenliğini, çalışma koşullarını ve yaşadıkları iş kazalarını tekrar kamuoyunun gündemine getirdi.

Kolluk öldürmeye devam ediyor! Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilişinin yıl dönümü nedeniyle yapılan protesto gösterisinde kolluk kuvvetleri 16 yaşındaki Yahya Menekşe'nin panzerle ezilerek ölümüne neden oldu.

Yıllardır acımasızca sürdürülmekte olan başörtü yasağının üniversitelerde kaldırılması yolunda AK Parti ve MHP'nin ortaklaşa hazırladığı anayasa değişikliği Meclis'ten geçti. Yasa, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasına ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın üniversitelere başörtüyle girilmesi konusunda yasal düzenlemeye gerek olmadığı yolundaki açıklamasına rağmen başörtülü öğrenciler, okul kapılarından yine geri çevrildi. Yasağı savunan cunta yanlısı Kemalist medya da boş durmayıp başörtülü avı başlatarak zinde güçlere görevlerini hatırlattı. Medyanın başörtü ihbarlarını, yarattığı mağduriyetler nedeniyle, son iki aydır "inanç özgürlüğü" başlığı altında değerlendiriyoruz.

Panzerle Gelen Ölüm

Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilişinin yıl dönümü nedeniyle düzenlenen gösterilere kolluğun aşırı ve orantısız güç kullanımı savaşı andıran görüntülere neden oldu. Hesapsızca göstericilerin üzerine sürülen panzerlerden biri 16 yaşındaki Yahya Menekşe'nin ölümüne neden oldu.

Yapılan ilk açıklamalar, Menekşe'nin göstericiler tarafından atılan bir taş sonucu öldüğü yönündeydi. Görgü tanıkları ve ailesi ise devleti sorumlu tuttular. Olay Yeri Keşfi ve Ölü Muayene Tutanağı ile Malatya Adli Tıp Kurumu raporunda Menekşe'nin 'araç altında kalmasına' bağlı olarak öldüğü tespiti yapıldı.

Gösterilere kolluk kuvvetlerinin bu şekilde müdahalede bulunması kabul edilemez. Eylemde "çocuklar taş atmış" olsalar bile bu taşın karşılığı panzer ve kurşun olmaz-olmamalıdır.

Özgür-Der olarak yaşam hakkına kast eden bu ve benzeri orantısız göç kullanımlarını kınıyoruz. İnsanın ve hele çocukların hayatına kast edenlerin cezalandırılması çağrımızı yineliyoruz. Bu arada çatışma ve kandan medet uman ve bu yolla toplumsal taban kazanmaya çalışan "militarizmin öte kanadı"nı da protesto ediyoruz.

Sınırötesi Kara Harekâtı: Sorunu Derinleştirme Harekâtı

Beş generalin komutasında 10 bin askerle başlatılan harekât, belirsiz sayıda ama en az onlarca insanın ölmesine ve yaralanmasına neden oldu. Harekatta köprü ve oto yollar zarar görürken halkın refahı için kullanılması gereken paralar sınırötesi dağlara gömüldü. Bu arada medyanın kullandığı şoven dile başbakan ve bakanların militer dili de eklenince insani ve ahlaki duygular toz duman oldu. Bu ulusalcı militer zihniyet savaş çığırtkanlığını basketbol maçı skoru bildirir gibi ölü sayıcılığına kadar vardırdı.

Kürt ve PKK sorununda inisiyatif almaktan kaçınan AK Parti hükümeti işi tümden askere devretmekle kalmadı askerin mantığının paydaşı olduğunu ilan ederek akan kanların vebalini üstlenmiş oldu. Sorunun çözümünden yana olanların, savaş ve operasyonların sorunu daha da derinleştireceği uyarılarına rağmen gerçekleştirilen kara harekâtı, daha önce defalarca gerçekleştirilen ancak sonuç alınamayan operasyonlar gibi fiyaskoyla sonuçlandı.

28 Şubat'tan 11 Yıl Sonra Da Değişen Bir Şey Yok!

Laikçi cephe İslami değerlere başörtüsü yasağı üzerinden saldırmaya ve mağduriyetler üretmeye devam ediyor. Halkın yüzde sekseninden fazlasının yasağın kalkmasından yana olmasına rağmen halkın iradesini ve onun siyasal yansımalarını hiçe sayan Kemalist sol ve ulusalcı kesim CHP'nin, çetelerin ve yargı bürokrasinin koruması altında Müslümanların değerlerine fütursuzca saldırırken zinde güçlere açık çağrılar yapmaktan da geri durmuyor.

Yasağı savunan cunta yanlısı Kemalist medya, muhbirliğe başlayarak başörtülüleri ve onlara mani olmayan idarecileri ihbar etmeye başladı. Edirne'deki Ayşekadın Sağlık Ocağı Aile Sağlığı Merkezi'nde aile hekimi olarak görev yapan ve "muh(a)bir"ler tarafından poliklinik içinde başörtülü halde hasta muayene ederken görüntülenen Dr. Zeynep Mahmut hakkında Edirne valisi Nusret Miroğlu'nun talimatı ile soruşturma başlatıldı.

Yasakçılar, iktidarın ürkekliğinden faydalanarak başörtülü öğrenci ve veliler üzerinde şiddet uygulamaya başladılar. Bunlardan biri de Samsun'da yaşandı. Daha önce rektör Ferit Bernay'ın usulsüz atamaları ve yolsuzluklarıyla adı duyulan Samsun 19 Mayıs Üniversitesi bu defa akıl almaz bir darp olayıyla gündeme geldi. Başörtülü kızını okula bırakan baba İdris Gökçek, güvenlik görevlileri tarafından darp edildi.

Elverişsiz Çalışma Koşulları Öldürüyor

Tuzla tersaneler bölgesinde, ardı ardına yaşanan "iş kazaları" çok sayıda işçinin ölümüne ve yaralanmasına neden oldu. Yaşanan ölümlü kazalar iş güvenliği ve işçi sağlığı ile çalışma koşulları bakımından yönetimlerin duyarsızlığını da ortaya koydu.

Tuzla'da vahşi kapitalizmin kanlı çarkları en ağır bir biçimde dönüyor. Bunun acısını, evine bir parça ekmek götürebilmek için ağır ve sağlıksız çalışma koşullarında, sosyal güvencesi olmaksızın ölümle burun buruna çalışan fakir halk ödüyor. Bu konuda bu güne kadar yaşanan kazalara gözünü tıkayan hükümetler bu vahşetin baş sorumlusudur.

İşçinin kendisinin ve ailesinin insanca bir yaşam sürebilmesi için sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları oluşturulmalıdır. İşçilerin emeklerinin karşılığı, adil bir şekilde ve teri soğumadan kendilerine verilmelidir. İnsan onurunun korunması için şart olan koşullar ve olanakların oluşturulması en başta hükümetin sorumluluğundadır.

YAŞAM HAKKI

Tuzla Tersanelerinde Bir İşçi Daha Öldü

Tuzla Tersaneler Bölgesinde, Şahin Çelik tersanesinde bir işçi daha iş güvenliği eksikliği nedeniyle öldü. Limter-İş, 20 yaşındaki Metin Turan'ın 4 Şubat günü saat 18.00'da iskeleden denize düşerek yaşamını yitirdiğini açıkladı. (bianet - 05 Şubat 08)

Yargısız İnfaz 13 Yıl Sonra Aydınlandı

Siirt'in Eruh ilçesinde PKK tarafından kaçırıldığı belirtilen oğlunu bulmak için dağa çıkan Mehmet Çetinkaya ile yakınları Emin ve Ahmet Aslan, güvenlik güçleri tarafından öldürüldü. 3 köylünün öldürülmesi 'çatışmada 3 terörist öldürüldü' şeklinde lanse edilerek, olayın üstü kapatılırken, başvurdukları Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi, gerçekleri ortaya çıkardı. Mahkeme, "Köylülerin güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiği hususunda ortada yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı sonucuna varılmıştır" diyerek, köylülerin PKK'li değil, sivil olduğunu kabul etti ve Siirt Valiliği'ni tazminat ödemeye mahkûm etti. (Birgün – 09 Şubat 08)

Panzerin Ezdiği 16 Yaşındaki Yahya Menekşe Öldü

Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde 15 Şubat gösterilerinde polis panzerinin ezdiği 16 yaşındaki Yahya Menekşe, kaldırıldığı Cizre Devlet Hastanesi'nde yaşamını yitirdi. Yahya Menekşe'nin kafatasının ezildiği, vücudunda çok sayıda kırık olduğu belirtildi. (Özgür-Der: Adli Tıp Kurumu da Cizre'deki olaylarda ölen Yahya Menekşe'nin araç altında ezildiğini raporunda belirtti.) (Taraf – 16 Şubat 08)

"Cevat'ın Ölümünü Gördük"

Tuzla tersanelerinde çalışan Cevat Toy 12 Şubat'ta çalıştığı geminin ambarına düşerek öldü. Bunu protesto eden ve örgütlenmelerini sürdüren işçiler iki gün sonra işten atıldı. (bianet - 16 Şubat 08)

Tersanede Bir Ölüm Daha Gerçekleşti

Tuzla'daki tersanelerde birbiri ardına yaşanan iş kazalarına bir yenisi daha eklendi. Selahattin Aslan Tersanesi'nde çalışan Hasan Köse (24) geçtiğimiz gün yaşam savaşını kaybetti. 15 Şubat'ta temiz su tankının içinde biriken gazın patlamasıyla ağır yaralanan Hasan Köse hemen Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırılmıştı. Vücudunda yüzde 80 oranında yanık olduğu belirlenen Köse, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. (Yeni Şafak – 20 Şubat 08)

Taburda Kuşkulu Ölüm

Şırnak Tabur Komutanlığında sırtından aldığı kurşunla yaşamını yitiren İsmail Taştop'ın intihar etmediği, öldürüldüğü iddia edildi. Taştop'un aile yakınlarının iddiasına göre, Taştop'un öldüğü tabur içersinde aileyi telefonla arayan bir kişi, "Bizi tabur içerisinde taradılar. Haberiniz olsun" dedi. Samsun'da acemi birliğini tamamladıktan sonra 15 gün önce Şırnak'taki Tabur Komutanlığı'na teslim edilen İsmail Taştop üç gün önce sırtında aldığı kurşunla yaşamını yitirdi. (Birgün - 28 Şubat 08)

İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

Danıştay'dan Türbana Çifte Fren

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, açık lise sınavlarına türbanla girilmesinin serbest olması gerektiğini savunurken, Danıştay'dan aksi bir karar geldi. Danıştay 8. Dairesi Merkezi Sınav Yönergesi'nde sınava giren öğrencilerin kılık kıyafetiyle ilgili maddedeki 'başı açık' ifadesini kaldırarak türbanın önünü açan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) düzenlemesini iptal etti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, kılık-kıyafet kurallarına uymadığı için üniversite sınavı iptal edilen öğrencinin velisinin açtığı davayı geri çevirdi. (Radikal 01 Şubat 08)

Başörtüsü Eylemcilerine 5 yıl Hapis İstediler

Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Bursa Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde başörtülü öğrencilerin okula alınmaması yönündeki valilik emrini yerine getiren okul idaresini protesto edip zorla okula giren ve eğitime ara verilmesine neden olan velilerin 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanması gerektiğine karar verdi. (Milli Gazete – 05 Şubat 08)

'Yasakçı Profesör' Türbanlılara Ders Vermek İstemiyor

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ufuk Yiğitsubay, başörtülü öğrencilere ders vermek istemediğini söyledi. Pazartesi günü 5N 1K programında Cüneyt Özdemir'in konuğu olan Yiğitsubay, "Özgürlük denince bu da benim özgürlüğüm, ben türbanlı öğrenciye ders vermek istemiyorum." şeklinde bir açıklama yaptı. (Zaman – 06 Şubat 08)

Engelli Kızın Annesi Başörtülü Diye Kampüse Alınmadı

Anayasa değişikliğinin ikinci oylamasının Meclis'te yapılacağı günün öncesinde Marmara Üniversitesi'nde yine bir başörtüsü dramı yaşandı. 'Engelsiz Meslek Eğitimi Projesi' kapsamında açılan bilgisayar ve muhasebe kursunu bitirip sertifika almaya hak kazanan Kadriye Ödül'ün (23) annesi Emine Ödül başörtülü olduğu gerekçesiyle törene alınmadı. Baba Mehmet Ödül ise olayı protesto için eşiyle birlikte soğukta dışarıda bekledi. (Zaman – 11 Şubat 08)

Sakallı Diye Askerî Hastaneye Alınmadı

Ankara'da, eşiyle birlikte muayene olmak için askerî hastaneye giden 54 yaşındaki Kıbrıs gazisi, sakallı diye içeriye alınmadı. 34 yıllık gazi Ahmet Cankurtaran, görevlilere neden alınmadığını sorması üzerine, "Yönetmelik yeni çıktı, sakalını kes de gel." denildi. (Zaman - 13 Şubat 08)

Türbanda 'Hedef Kamu' Diyen AKP'li Vekil Disipline Sevkedildi

AKP Grup Yönetim Kurulu, Konya Milletvekili Hüsnü Tuna'nın "Uyarı cezası" istemiyle Müşterek Disiplin Kurulu'na sevk edilmesini kararlaştırdı. Grup Başkanvekili Nihat Ergün, milletvekillerinin parti disiplinine göre hareket etmesi gerektiğini belirterek, Tuna'nın "Uyarı cezası" istemiyle Müşterek Disiplin Kurulu'na sevk edildiğini bildirdi. (Birgün – 15 Şubat 08)

Başörtülü Olduğum İçin Arabam Tekmelendi

Üniversite öğrencisi bir genç kız, başörtülü olduğu gerekçesiyle ağır hakarete uğrayıp, arabası tekmelendi. Üniversite öğrencisi Hatice Büşra Kartal, önceki gün annesi ve kız kardeşiyle birlikte Florya Menekşe sahiline gitmek için yola çıktı. Sahile yakın bir yerde aracını park eden Kartal'a 34 ... .. plakalı araçtan inen bir kişi ağır şekilde hakaret etti. Başörtülü insanları görmeye tahammül edemediğini söyleyen şahıs 3 kadının içinde bulunduğu arabayı dakikalarca tekmeledi. (Zaman - 18 Şubat 08)

Başörtülü Kızların Kimlikleri Toplandı

Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğleden önce derse girmelerine izin verilen başörtülü öğrencilerin kampüsten çıkarken kimliklerinin alındığı öğrenildi. Dersleri öğleden sonrada olan başörtülü öğrencilerin kampüse girişine de kimlikleri alınarak izin verildi. Öğrencilerin kimliklerini alan güvenlik görevlileri ise uygulama ile ilgili açıklama yapmaktan kaçındı. (haksozhaber – 25 Şubat 08)

Başörtülü Kızın Babasına Dayak

Kızını okula bırakan baba idris gökçek, üniversite güvenlikçilerinin önce sözlü sonra da fiili saldırısına uğradı. Daha önce Rektör Ferit Bernay'ın usulsüz atamaları ve yolsuzluklarla adı duyulan Samsun 19 Mayıs Üniversitesi bu defa akıl almaz bir darp olayıyla gündeme geldi. Başörtülü kızını okula bırakan baba İdris Gökçek, güvenlik görevlileri tarafından darp edildi. (samanyoluhaber – 26 Şubat 08)

Validen Başörtülü Doktora Soruşturma

Edirne'deki Ayşekadın Sağlık Ocağı Aile Sağlığı Merkezi'nde 4'nolu Aile Hekimi olarak görev yapan ve gazeteciler (muhbirler) tarafından poliklinik içinde başörtülü hasta muayene ederken görüntülenen Dr. Zeynep Mahmut hakkında Edirne Valisi Nusret Miroğlu'nun talimatı ile soruşturma başlattı. (haksozhaber – 27 Şubat 08)



Laikçi Medyadan İhbarlar:

Ispartalı Miniklere Karne Ödülü: Said-i Nursi Propagandası

Gazeteci dövmekten hapis cezası alan, yolsuzluk iddiaları ve 'Türbanlı Belediye Başkanı da olmalı' çıkışıyla adı sık sık gündeme gelen AKP'li Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman'ın son icraatı ilköğretim öğrencilerine Said-i Nursi propagandası yapılan kitabı dağıtmak oldu.

'Küçük Gezgin, Güller ve Halılar Diyarı Isparta'da' adlı çizgi romanda Said-i Nursi için 'keskin zekâsı, harikulade hafızası', 'yüzyılın mütefekkiri (düşünürü)' gibi övücü ifadeler kullanılıyor. (Radikal - 01 Şubat 08)

Özgürlük İçin Atılan İmzaya Rektör Baskısı

Türkiye genelinde birçok üniversiteden akademisyenlerin başlattığı özgürlük hareketine destek çığ gibi artarken, bildiriye imza atan öğretim üyelerine yasakçı rektörler tarafından baskı yapılıyor. Bu baskıların en yoğun yaşandığı yerlerin Akdeniz Üniversitesi, Malatya İnönü Üniversitesi, 19 Mayıs Üniversitesi ve ODTÜ gibi üniversitelerin olduğu ortaya çıktı. (Zaman – 01 Şubat 08)

İÜ Rektörü Şaşırttı: Belki Türbanlı Öğrenciye Hak Ettiği Notu Vermeyeceğiz

Başörtüsü karşıtı açıklamalarıyla gündeme gelen İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörü Mesut Parlak, şaşırtıcı bir çıkış yaptı. Parlak, başörtülü öğrencilerin üniversiteye girmeleri halinde onlara hak ettikleri notu veremeyeceklerini söyledi. Parlak önceki gün İÜ Senatosu'nda başörtüsü karşıtı bir açıklama yapmış ve bazı öğretim üyelerince ayakta alkışlanmıştı. (Zaman – 01 Şubat 08)

Serbest Bırakılması Halinde İlk Hedef ÖSS

Üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasının ardından türbanlı öğrencilerin ilk hedefi 15 Haziran'da ÖSYM tarafından yapılacak üniversiteye giriş öğrenci seçme sınavı olacak. Bu yıl liseler dört yıla çıkarıldığı için üniversiteye giriş sınavına girenlerin sayısı geçen yıllara göre 500 bin kişi azalacak. Bu durumda geçmiş yıllarda liseyi bitiren ancak türban nedeniyle eğitimine ara vermek zorunda kalan binlerce genç kız bu yıl yapılacak sınavlara katılarak üniversiteye girmeye çalışacak. (Birgün – 02 Şubat 08)

'Özgürlükçü'lük Türbana Kadarmış

Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) toplantısına göreve geldiğinde "Üniversitelerdeki bütün yasakları kaldıracağım" mesajı veren YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan damga vurdu. Türbana serbestlik getiren düzenlemeye tepki göstermek amacıyla yapılan toplantıyı iptal etmek için uğraşan Özcan, başarılı olamayınca kurul üyelerini hukukla tehdit etti. (Radikal – 02 Şubat 08)

Meğer Muhabir, Bayan Doktora Saldırmış

Cumhuriyet Gazetesi, çarpıtma haberlerine bir yenisini daha ekledi. Gazete, zorla fotoğrafını çekmek isteyen muhabirini engelleyen doktorla ilgili haberi 'Türbanlı doktor muhabirimize saldırdı' başlığıyla yayınladı. Adana'nın Mahfesığmaz Mahallesi'ndeki 80. Yıl Sağlık Ocağı'nda 7 aydır görev yapan Dr. Zeynep Oruç, Cumhuriyet Gazetesi muhabirinin kendisini iterek zorla fotoğrafını çekmeye çalıştığını söyledi… (Zaman – 02 Şubat 08)

"Altı Yaşında 'Suçlu' Olmaz, Cezai Sorumluluk Yok"

İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Üyesi Avukat Seda Akço, bugünkü (5 Şubat) Radikal gazetesinin ilk sayfadan ve İnternet sitesinden "Altıda hırsız, sekizde yüzücü!" başlığıyla verdiği haberde, çocuğun "hırsız" olarak nitelenmesini eleştirdi. Radikal'in haberini eleştiren Avukat Akço "12 yaşının altındaki çocuklara kovuşturma yasağı var. Halbuki kişi suçlu mu, kovuşturmadan sonra karar verilir" dedi. (bianet – 05 Şubat 08)

YÖK Katsayı İçin Koşturuyor

YÖK Genel Kurulu iki ay aradan sonra ilk kez toplandı. Yoğun gündem nedeniyle imam-hatiplere katsayı eşitliği sağlayacak düzenleme görüşülemedi ancak bunun için 14 Şubat'ta toplanma kararı alındı. Görüşü sorulan Milli Eğitim 'Değişmeli' yanıtı verdi. (Radikal – 08 Şubat 08)

Kısa Etekli Kızlara 'Asit'li Saldırı

Tarsus'ta iki kız öğrencinin, bacaklarına etekleri kısa olduğu için şırıngayla yakıcı sıvı madde atıldığı öne sürüldü. Yarım saat arayla gerçekleşen olayların failleri aranırken bir hemşire aynı şekilde saldırıya uğradığını söyleyerek şikâyetçi oldu. İlçede 'şırıngalı saldırgan' korkusu yaşanıyor. (Özgür-Der; ihbar haberinin yalan olduğu daha sonra ortaya çıktı) (Radikal- 15 Şubat 08)

'Diyarbakır'da İçki Yasağı' Haberi de Yalanmış

Bugün bazı gazetelerde çıkan 'Diyarbakır'da içki yasağı' şeklindeki haberlerin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıktı. Diyarbakır İl Dernekler Müdürü Mehmet Selim, lokallere gönderilen kararın Diyarbakır İçkili Yer Tespit Komisyonu tarafından alındığını, komisyonda başta belediye, emniyet, Milli Eğitim'le birlikte birçok resmi kurumun bulunduğunu hatırlattı. Selim, tebligatı 22 değil, içkili bölgeye taşınmayan 17 lokale gönderdiklerini kaydetti. (Özgür-Der: haber 15 Şubat 08 tarihinde Milliyet gazetesinde çıkmıştı) (Zaman – 17 Şubat 08)

Jurnalci Gazeteciliğin Güvenilir Adresi: Milliyet

Milliyet gazetesi, başörtüsüne karşı 'safariye çıkmış vahşi batılı' gibi yaklaşarak jurnalci haberciliğin güvenilir adresi olmaya devam ediyor. Bunun son örneği, 25 Şubat 2008 tarihli "Hastanede ve lisede türbanlı görüntüler" haberi oldu. Spotta ise şu ibareler yer alıyor: "Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde çok sayıda çalışan, türbanlı. Hizmet veren türbanlı sağlık görevlileri ve doktorlar var. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde başhekim, türbanlı olarak görev yapan kadın doktorların bulunduğunu kabul ediyor." (haksozhaber – 26 Şubat 08)

Provokatörler Sahnede

Başörtüsü yasağını devam ettirmek isteyen özgürlük düşmanları, öğrencileri kışkırtarak, provokasyonlara başladılar. İstanbul Aydın Üniversitesi Halit Aydın Kampüsü'nde türbanlı öğrencilerin okula girmesini protesto eden bir grup eylem yaptı. (Milli Gazete – 28 Şubat 08)

Suç aletleri: Seccade, Tespih, Ayet Panosu

Bir Milliyet & DHA klasiği daha: Namaz kılanlar ihbar edildi; mescit 'örgüt yuvası'; seccade, tespih ve Arapça ayet yazılı panolar da 'suç aleti' gibi gösterildi. İkilin son işbirliği, Bolu İl Tarım Müdürlüğü binasındaki bir odanın, namaz kılınması için mescit haline getirilmesi oldu. (haksozhaber – 29 Şubat 08)



MİLİTER UYGULAMALAR

"Sünnetsiz" Siyaseti

Bingöl kırsalında TSK'nın yaptığı operasyonda yaşamını yitiren 10 PKK'li için Bingöl Valisi İrfan Balkanhoğlu "İçlerinden bazıları sünnetsizdi" şeklindeki açıklamada bulundu. (Birgün – 08 Şubat 08)

Korucu Çocuklarına Sınavsız Kadro!

Batman'da askerliğini yapmamış korucu çocuklarının sınavsız memur kadrosuna alındıkları iddiası tartışılıyor. İşsizlik ve yoksulluğun sefalet sınırlarını zorladığı bölgede, korucu çocuklarının KPSS'ye girmeden memur kadrolarına atandığı ortaya çıktı. AKP Batman milletvekili, 12 korucu çocuğunun Nüfus, Maliye ve Sağlık müdürlüğü kadrolarına alındığını açıkladı. (Evrensel – 09 Şubat 08)

Alay Komutanından Muhabire 'Ruhsal Dengem Bozuldu' Davası

Malatya'da 18 Nisan 2007'de işlenen misyoner cinayetleri ile ilgili bir ihbar mektubunda adı geçen Malatya İl Jandarma Alay Komutanı Kurmay Albay Mehmet Ülger, Star Gazetesi'nin muhabirine tazminat davası açtı. Albay Ülger, dava dilekçesinde haberler nedeniyle ruhsal dengesinin bozulduğunu ileri sürdü. Ali Arslan imzalı mektupta davanın sanıklarından Emre Günaydın'ı azmettiren isimler arasında gösteriliyordu. (Zaman – 11 Şubat 08)

Vekiller Dinleniyor

Jandarma İstihbarat Teşkilatı'nın (JİT), mahkeme kararıyla, DTP milletvekilleri, kimi AKP'li milletvekilleri ve DTP il başkanlarını dinlemeye aldığı belirtildi.(Evrensel – 22 Şubat 08)

Barışa Bu Kez Kara Bombası

Daha önce bahar aylarında başlatılacağı belirtilen Kuzey Irak'a kara harekatı oluşturulan beklentinin aksine başladı. Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada önceki gün saat 19:00 itibariyle kara harekatının başladığı bildirildi. Operasyona 10 bin civarında askerin katıldığı ve koordinasyonun Malatya 2. Kolordu Komutanlığı tarafından sağlandığı bildirildi. (Birgün - 23 Şubat 08)

"TSK'nin Top Ateşlerini Duyan Çocukların Psikolojisi Bozuluyor"

Şemdinli'ye 20 kilometre mesafede, Irak-İran sınırı üçgeninde bulunan Tekeli (Gare) köyünde yaşayanlar sınırötesi kara harekatının başladığı gün yapılan top ateşlerinin çocuklarının psikolojisini olumsuz yönde etkilediğini belirttiler. Köylüler, sınırötesi kara harekatının başladığı ilk gün taburdan yaklaşık 80 top atışının yapıldığını kaydetti. (bianet - 25 Şubat 08)

Bülent Ersoy'a 'Askerlikten Soğutma' Soruşturması

Pop Star Alaturka adlı yarışma programında söylediği sözler nedeniyle sanatçı Bülent Ersoy hakkında soruşturma başlatıldı. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Savcısı Ali Çakır'ın, Ersoy hakkında 'halkı askerlikten soğutma' suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlattığı öğrenildi. Dava açılırsa Ersoy, bu suçu basın yoluyla işlediği için 9 aydan 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanacak. (Zaman - 26 Şubat 08)

Asker İstedi, Eren Keskin'e Savcılık Dava, Baro Soruşturma Açtı

Genelkurmay'ın talebiyle hukukçu Keskin hakkında bir konuşmada "askeri aşağıladığı" gerekçesiyle dava açıldı; Baro da disiplin soruşturması açtı. Keskin, "Militarist baskıyı eleştirmeyi sürdüreceğim" dedi. (bianet - 28 Şubat 08)



İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE

'Polis Şehir Dışında İşkence Yaptı'

Ardahan'da polisin kendilerine işkence yaptığını ileri süren üç genç Ardahan Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu. Ardahanlı üç genç olan Sertaç Tuzaktepe, Batuhan Şero ve Birtaş Tuzaktepe savcılığa verdikleri ifadelerinde polisin kendilerini bir cafeden alarak, önce karakolda, ardından kent dışına götürüp, ölesiye döverek işkence yaptıklarını ileri sürdüler. (Birgün - 16 Şubat 08)

Polis Dayağı Rutinmiş

Tartıştığı polis memuru tarafından dövülen üniversite öğrencisi Oğuzhan Ç. hakkını yargıda arayınca karakoldan ilginç bir savunma geldi: "Durum rutin bir olaydır. Polisin zor kullanma yetkisi var." (haksozhaber – 17 Şubat 08)

Batman'da polis çocuk döverken cep telefonuyla görüntülendi

Batman'da geçen hafta yaşanan gösterilerde çocuklarla "şeker ve ayakkabı" diyaloguyla gündeme gelen polisler, çocuklara şiddet uygularken görüntülendi. Pazar günü 3. Lig 1. Grup'ta mücadele eden Batman Petrolspor ve Malatya Belediyespor arasında oynanan maçta, dökülen bozuk paraları almaya çalışan çocuklar, polisler tarafından kolları ve kulakları bükülerek ve kafalarına vurulurken, vatandaşlar tarafından cep telefonu ile görüntülendi.

(DİHA – 20 Şubat 08)

Polisler Sendikacıları Tartakladı

SES Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Meryem Özsöğüt'e destek eyleminde, sivil polisler sendikacıları tartakladı. Ankara'da 10 Aralık 2007 tarihinde yaşanan bir yargısız infaz olayını protesto etmek amacıyla düzenlenen eyleme katıldığı için tutuklanan SES üyesi Meryem Özsöğüt'e, dayanışma amacıyla kart göndermek isteyen SES Ankara Şubesi yöneticileri, Kızılay Postanesi önünde basın açıklaması yapmak istediler. PTT'ye giden yolda barikat kuran sendikacılar, sivil polisler tarafından tartaklandılar. (Evrensel - 16 Şubat 08)

Tuzla İşçisine Polis Dayağı

Tuzla tersanelerindeki ölümleri protesto etmek için 'Gemileri yaktık' pankartı açıp eylem yapan işçilere polis müdahale etti. Sendika başkanları dahil 76 kişi gözaltına alınıp bırakıldı, 15 kişi olaylarda hastanelik oldu. (Radikal – 28 Şubat 08)



DÜŞÜNCEYİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Zarakolu 301'den Yargılandı

BELGE Yayınları sahibi Ragıp Zar-kolu'nun, George Jerjian'ın "Gerçek Bizi Özgür Kılacak" adlı kitabını yayınladığı gerekçesiyle İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasına devam edildi. Dava, savunma hazırlığı için ileri bir tarihe ertelendi. (Birgün – 02 Şubat 08)

Yine İfade Özgürlüğü Yargılanıyor

Kafkas Üniversitesi Öğrenci Derneği tarafından 4 Haziran 2007'de düzenlenen 'Demokrasinin Öncelikleri' paneline katılarak bir konuşma yapan DTP İl Başkanı Mahmut Alınak hakkında Kars Sulh Ceza Mahkemesi'nin açtığı dava yarın görülecek. (Birgün - 18 Şubat 08)

Söylediği Türküler Nedeniyle Gözaltına Alındı

Bir konseri sırasında ''terör örgütü propagandası yaptığı'' iddiasıyla hakkında yakalama kararı çıkartılan ve gözaltına alınan Ferhat Tunç serbest bırakıldı. (haksozhaber – 21 Şubat 08)

Yargıtay'dan Eleştiriye Tahammülsüzlük

'Siyasiler eleştirilere katlanmalı' diyen Yargıtay, dün çok tartışılacak bir karara imza attı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bir yazısında Yargıtay üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla AK Parti Milletvekili Hüsnü Tuna'nın tazminat ödemesine hükmetti. (haksozhaber – 21 Şubat 08)

Mahir Çayan'ın Kitabı Örgütsel Doküman Oldu!

DHKP-C örgütü üyesi oldukları iddiasıyla Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan 14 sanıkla ilgili iddianamede, sanıklardan birinin evinde bulunan Mahir Çayan'ın "Bütün Yazılar" kitabı "örgütsel doküman" olarak nitelendirildi. (Birgün – 23 Şubat 08)

Hemşireye "Mesleki Eğitim" Cezası

Hemşire olan İHD Siirt temsilcisi Aydın, Barış Günü'nde okuduğu basın açıklaması nedeniyle "mesleki eğitim alma" cezasına çarptırıldı. (bianet - 28 Şubat 08)



KÜRT SORUNU

X ve W Hala Yasak: 'Çoban Ateşi' Gazetesi Toplatıldı

Kürtçe yazılar içermesi nedeniyle 40. sayısı toplatılan "Çoban Ateşi" Gazetesi'nin 41. sayısı da aynı gerekçeyle toplatıldı. Yayın hayatına başlamadan önce savcılığa yaptığı beyanda gazetenin dilinin Türkçe-Kürtçe olduğunun belirtilmesine karşın, Gaziantep 1. Sulh Ceza Mahkemesi, "Tarihte bir yıl Mehabad", "Kürt dili ve edebiyatı", "Ahmet Arif" başlıklı yazılarında "x" ve "w" harflerinin kullanılmasını gerekçe göstererek söz konusu kararı aldı. (bianet – 05 Şubat 08)

Kürtçe Suç Duyurusu Yapınca Sanık Oldu

Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Muammer Özcan hakkında, Kürtçe yazdığı dilekçeyle suç duyurusunda bulunan Tevn Yayınları sahibi Mehdi Tanrıkulu "13 sayılı Türk Harflerinin Kabul Tatbiki Hakkında Kanun"a muhalefetten yargılandığı davada 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. (Birgün – 08 Şubat 08)

TRT'de Serbest, F Tipinde Yasak

Başbakan Erdoğan, TRT'nin bir kanalının Kürtçe yayın yapacağını söylemişti. Ancak F tipi cezaevlerinde bile tutuklu ve hükümlülerin, dil yasaklarına maruz kaldığı öne sürüldü. Cezaevi İzleme Komisyonu'na konuşan tutuklu ve hükümlüler, ziyaretçileriyle ve telefonla görüştükleri yakınlarıyla Türkçe dışında konuşmalarına izin verilmediğini, 'Kürt Şiir Antolojisi' kitabının güvenliği tehlikeye soktuğu gerekçesiyle verilmediğini söyledi. (Radikal – 20 Şubat 08)

Kürtçe Konuşan Tanrıkulu'ya Hakimin Sözü: "Bak Tutuklatırım!"

Kürtçe konuşmak isteyen Mehdi Tanrıkulu karakolda, "Kürtçe de dil mi?"; mahkemede de, "Burada sadece Türkçe konuşulur", ""Benim kafamın tasını attırmayın", "Bak içeri atarım" tepkileriyle karşılaşmış. (bianet – 20 Şubat 08)



ADİL YARGILANMA HAKKI VE CEZASIZLIK

Yargıtay da Uğur'u Öldüren Polislere 'Beraat' İstedi

Yargıtay Başsavcılığı, Mardin Kızıltepe'de Ahmet Kaymaz ve 12 yaşındaki oğlu Uğur'u "yasal sınırları aşarak öldürdükleri" iddiasıyla yargılanan polislerin beraatına hükmeden mahkeme kararını yerinde buldu. (Evrensel – 01 Şubat 08)

Yargı Mağdur İçin Hızlı, Suçlanan Polisler İçin Ağır

Beyoğlu'nda, gördüğünü iddia ettiği polis şiddeti sonucunda dalağı alınan Mehmet Nezir Çirik ve darpa edildiğini iddia eden Arif Kılınç, şikâyetçi oldukları polislerin yargılanmasını beklerken, haklarında 'Polise direnmek' suçundan altı aydan üç yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Çirik'in teşhis ettiği polis komiseri ve polislerin fotoğrafı kendisine gösterilmezken, bir türlü sonuçlanmayan adli soruşturma ise altıncı ayında. (Radikal - 18 Şubat 08)

Jandarma Ateşine Takipsizlik

Tunceli'nin Mazgirt ilçesinde geçtiğimiz yıl 3 Eylül'de iki köylüye jandarma tarafından açılan ateş sonucu başlatılan soruşturmaya, Elazığ 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından takipsizlik kararı verildi. (Birgün – 19 Şubat 08)

7 Yılda 11 Hâkime 'Eve Dönüş'

Bayrampaşa Cezaevi'nde 12 tutuklunun yaşamını yitirdiği "Hayata Dönüş Operasyonu" davasına hâkim dayanmıyor. Dünkü oturumda mahkemenin hâkimi 11. kez değiştirildi. Bayrampaşa Cezaevi'nde 19 Aralık 2000 tarihinde 12 tutuklunun ölümüne ve yüzlerce kişinin sakat kalmasına neden olan "Hayata Dönüş Operasyonu" davası 7 yıl geçmesine karşın dün davanın iki tutuklu sanığı ilk kez ifade verdi. (Birgün - 22Şubat 08)



CEZAEVLERİ

Açık Görüş Alanına da Kamera Konuldu

İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu üyesi Sevin Kalman, Tekirdağ 1 ve 2 NoTu F Tipi Cezaevi, Kandıra Cezaevi, ve Sincan 1 ve 2 NoTu cezaevinde açık görüş alanlarına kamera sisteminin getirildiğini belirtti. Kalman, "koridor boyunca her bölümde kamera var. Telefonlar dinleniliyor. Görüş sırasında her şeyleri denetleniyor." dedi. (Birgün – 04 Şubat08)

16 Ameliyat Geçiren Kanserli Tutuklu Tahliye Edilmiyor

Mesane kanseri olan ve cezaevine girdikten sonra hastalığı ilerleyen Erol Zavar'ın 'sağlığı düzelinceye kadar cezasının ertelenmesi' talebine Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin olumsuz yanıt verdi. (Radikal – 04 Şubat 08)

Hükümlüye 'Elin Niye Cebinde' Dayağı

Buca Kırıklar 2 No'lu F Tipi Cezaevi'nde bulunan Kemal Yiğit adlı hükümlü, avukatıyla yaptığı görüşmede gardiyanlar tarafından darp edildiğini iddia etti. Avukat Güneş Kırmızıgül'e, 'elini cebine koyduğu' için dayak yediğini anlatan Yiğit, "Son dönemlerde coplarla sayım yapmaya geliyorlar. Cezaevinde askeri bir düzen hakim kılınmaya çalışılıyor" dedi. (Evrensel – 10 Şubat 08)

Binbaşının Kitabına 'Örgüt Propagandası'

Emekli Binbaşı Zeki Bingöl'ün "Bayrampaşa Cezaevi Gerçeği" adlı kitabı Malatya E Tipi Kapalı Cezaevi tarafından "örgüt propagandası" gerekçesiyle tutsaklara verilmedi. DHKP/C davasından tutuklu bulunan Özcan Dutağacı'na gelen "Gladio" kitabına da yine el konuldu. (Birgün - 25 Şubat 08)



TOPLANTI VE GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ

Vekillere Polisten Cop

Cizre'de bir göstericinin ölümüyle sonuçlanan olayları kınamak için Batman'da izinsiz gösteri yapan gruba polis müdahale etti. Göstericileri sakinleştirmek için giden DTP Batman Milletvekili Bengi Yıldız ile aynı partili Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, polis tarafından coplandıklarını iddia etti. Ayakta tedavi gören Yıldız ile Kalan, polisler hakkında davacı olacaklarını söyledi. Başkan Kalkan'a, 'Dört gün iş göremez' raporu verilirken Yıldız rapor almadı. (Radikal – 18 Şubat 08)

Vekile Polisten Cop

Cizre'de bir göstericinin ölümüyle sonuçlanan olayları kınamak için Batman'da izinsiz gösteri yapan gruba polise müdahale etti. Göstericileri sakinleştirmek için giden DTP Batman Milletvekili Bengi Yıldız ile aynı partili Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, polis tarafından coplandıklarını iddia etti. Ayakta tedavi gören Yıldız ile Kalan, polisler hakkında davacı olacaklarını söyledi. Başkan Kalkan'a, 'Dört gün iş göremez' raporu verilirken Yıldız rapor almadı. Milletvekili Bengi Yıldız, "Kafama peş peşe coplar inmeye başladı. Beni tanıdıkları halde feci şekilde dövdüler" dedi. (DİHA – 18 Şubat 08)

Urfa'da Esnafa Polisten Çok Sert Müdahale

Belediye Küçük Sanayi Sitesi'ndeki çok sayıda esnafın, bir süre önce kent dışındaki Evren Sanayi Sitesi'nde yapılan yeni işyerlerine taşınması istendi. Esnafın bir bölümü yeni yerlerine taşınırken, 434 esnaf yeni bölgede iş yapamayacaklarını öne sürerek kararı uygulamadı. Bunun üzerine 1000 kişi kararı protesto etmek için belediyeye yürüdü. Dağılmayan esnafa polis cop, biber gazı ve gaz bombalarıyla müdahale etti. (Radikal - 19 Şubat 08)

Üçü Çocuk Yedi Kişi Tutuklandı

Abdullah Öcalan'ın yakalanmasının yıldönümünde Cizre'de çıkan olaylarda gözaltına alınan üçü 15 yaşın altında 17 kişi tutuklandı. 15 Şubat günü başlayıp, üç gün süren ve Yahya Menekşe'nin ölümüyle sonuçlanan olaylarda polis 15- 18 yaş arasında 12, 19- 45 yaş arasında 17 olmak üzere toplam 40 kişiyi gözaltına aldı. 'Terör örgütü propagandası yapmak, suçlu ve suçluyu övmek, izinsiz gösteri yapmak ve polise mukavemet' suçlamalarından gözaltına alınan 40 zanlıdan 17'si dün Adliye'ye sevk edildi. Nöbetçi mahkemede 11 saat süren duruşmanın ardından zanlılardan üçü 15 yaşın altında olan yedisi tutuklanıp cezaevine gönderildi. (Radikal – 22 Şubat 08)

12 Tekel İşçisi Gözaltına Alındı

Tekel Sigara'nın özelleştirilmesi Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki sigara fabrikalarında çalışan işçiler tarafından protesto edildi. İhaleyi protesto eden İstanbul'daki Tekel işçilerine müdahale eden polis, 12 kişiyi gözaltına aldı. (Birgün - 23 Şubat 08)

Van'da Operasyon Karşıtı Yürüyüşe Polis Müdahalesi

Van'da kara operasyonunun durdurulması talebiyle DTP'nin düzenlediği yürüyüşte polisle göstericiler arasında çatışma çıktı. 9 kişinin gözaltına alındığı yürüyüşte pek çok kişi yaralandı, bir kişinin sağlık durumu ciddiyetini koruyor. (bianet - 26 Şubat 08)

Diyarbakır'da Dünkü Açıklama Sonrası 17 Kişi Gözaltına Alındı
DTP Diyarbakır İl Örgütü'nün düzenlediği yürüyüş sonrasında meydana gelen olaylarla ilgili olarak 7'si çocuk 17 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan zanlıların sorgusu halen Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'nde devam ediyor. (DİHA – 26 Şubat 08)

Panzer Çarpması Sonucu Yaralandı

Van'da dün düzenlenen protesto gösterisinde panzer çarpması sonucu ağır yaralanan 65 yaşındaki Salih Babat'ın Van Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesindeki tedavisi sürüyor. Kulağının yarısı kopan Babat'ın beyninde hasar oluştuğu belirtildi. (DİHA – 27 Şubat 08)

Tersane Eyleminde 82 Kişi Gözaltına Alındı

Tersane işçileri Limter-İş Sendikası'nın çağrısıyla üretimden gelen gücünü kullanarak greve çıktı. İşçilere müdahale eden polis, Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Cem Dinç, Genel Sekreteri Kamber Saygılı, Genel Başkanvekili Hakkı Demiral, Tekstil Sen Genel Başkanı Ayşe Yumli Yeter'in aralarında bulunduğu 82 kişiyi gözaltına aldı. Sendikacı ve işçiler, akşam saatlerinde serbest bırakıldı. (ANF – 27 Şubat 08)



BASIN VE HABER ALMA ÖZGÜRLÜĞÜ

Kaçırılan Askerlerin Davasına Yayın Yasağı

Mahkeme konuyla ilgili aldığı kararda, "Davanın açık görülen celseleri ile ilgili olarak CMK'nın 187/3'üncü maddesi uyarınca milli güvenlik, kamu düzeni ve güvenliği, devlet sırrının açıklanmasının önlenmesi amacıyla, ayrıca sanıklar ve ailelerinin saygınlık onur ve haklarına dokunacak nitelikte olumsuz haberlerin ve yorumların engellenmesi amacıyla duruşma içeriği ile sınırlı olarak yazılı ve görsel basında yayın yasağı konulmasına karar verilmiştir.'' denildi. (Zaman – 02 Şubat 08)

Azadiya Welat Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Tutuklandı

Azadiya Welat Gazetesi Yazı İşleri Müdürü ve İmtiyaz sahibi Vedat Kurşun Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı.(ANF – 05 Şubat 08)

Altan ve Çongar'a Kandil Soruşturması

Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan ve Yardımcısı Yasemin Çongar'a Kandil'de yaptıkları görüşme nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açıldı. Başsavcılık ayrıca Altan'ın KCK yöneticileriyle nasıl ve neden söyleşi yaptıklarına ilişkin haberi yayınlayan Sabah gazetesine de inceleme başlattı. (Evrensel – 05 Şubat 08)

Azadiya Welat Toplatılarak 9 Çalışanı Gözaltına Alındı

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Azadiya Welat Gazetesi'nin Şubat'ın 15'de yayınlanan sayısının i toplatma kararı verildi. Gazetenin toplatma gerekçesi öğrenilemezken 9 çalışanının da gözaltına alındığı bildirildi.(ANF – 15 Şubat 08)

Eksen Yayıncılık'a Polis Baskını!

Kızıl Bayrak, Ekim Gençliği ve Liselilerin Sesi gazete ve dergilerinin yayınevi olan Eksen Yayıncılık'ın Haseki'de bulunan merkez bürosu sabah saatlerinde İstanbul TMŞ'ye bağlı sivil polisler tarafından basıldı. (sendika - 18 Şubat 08)

"Feto ve Apo" Yazısından Gazeteci Boğatekin'e "Terör" Davası

Gazeteci Hacı Boğatekin, özellikle Güneydoğu'da Fethullah Gülen ile Abdullah Öcalan taraftarları arasında bir alan mücadelesi olduğunu yazıp devletin politikasını eleştirdiği için yargılanacak. (bianet - 28 Şubat 08)



SİVİL TOPLUM VE SİYASİ PARTİLERE YÖNELİK BASKILAR

Canlı Kalkan Olmak İçin Güneydoğu'ya Giderken Gözaltına Alındılar

İzmir'de Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYDER) Başkanı ile DTP Menemen ilçe başkanının da aralarında bulunduğu 8 kişi gözaltına alındı. Pazar günü gözaltına alınan TAYDER Başkanı Ş.K., Menemen DTP İlçe Başkanı H.İ., R.Ş., A.D., E.D., S.Ö., Y.E.Y. ile S.E. adlı kadın, 'suç ve suçluyu övmek, terör örgütünün propagandasını yapmak, örgüt üyeliği' suçlamasıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na sevk edildi. (Zaman – 06 Şubat 08)

DTP Milletvekilleri Yine Yargılanacak

DTP milletvekilleri Sebahat Tuncel, Emine Ayna ve Fatma Kurtulan'ın, "suçu ve suçluyu övme" gerekçesiyle yargılanmalarına devam edilmesi kararlaştırıldı. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın dünkü duruşmasına, sanık avukatlarından Mehmet Nuri Özmen ve Murat Vargün katıldı. (Birgün – 08 Şubat 08)

Polisten Derneğe Baskın: İki Kişi Gözaltında

İzmir'de faaliyetlerini yürüten Ege Temel Haklar ve Özgürlükler Derneği'ne polis tarafından baskın düzenlendi. Derneğin çıkardığı 2008 yılı takvimlerini baskına gerekçe olarak gösteren polisin, çilingirci ile kapıyı açarak binaya girdiği bildirildi. Takvimler ile bazı kitaplara el koyan polis, Umut Durmaz ve Volkan Algül'ü gözaltına aldı. (Birgün – 08 Şubat 08)

Tuncel Hakkında 15 Yıl Hapis İstemi

Cezaevindeyken İstanbul'dan milletvekili seçilen Sebahat Tuncel'in 'terör örgütü üyesi' olmaktan yargılandığı davada 15 yıla kadar hapsi istendi. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada esas hakkındaki görüşünü açıklayan savcı Savaş Kırbaş, Tuncel'in, suç tarihinde DTP delegesi olduğunu, yasal yollardan 12 Haziran 2004 tarihinde Habur Sınır Kapısı'ndan Kuzey Irak'a geçtiğini anlattı. (Radikal - 15 Şubat 08)

Batman Belediye Başkanına 10 Ay Hapis

Los Angeles Times gazetesinde yayımlanan röportajında, "terör örgütünün propagandasını yaptığı" iddiasıyla yargılanan Batman'ın DTP'li Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. (Zaman - 15 Şubat 08)

İnsan Hakları Savunucusu Cengiz Tehdit Altında!

Nisan 2007'de gerçekleşen 'Malatya Katliamı'nda yaşamını yitirenlerin avukatı, insan hakları savunucusu Orhan Kemal Cengiz'in tehdit almaya devam ettiği bildirildi. Kendisine gelen bir ihbar mektubunun ardından çeşitli şekillerde tehditler almaya başlayan Cengiz, konuyla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Savcıhğı'na suç duyurusunda bulundu. (Birgün - 18 Şubat 08)

Mustazaf-Der Diyarbakır Şubesi'ne Saldırı

Mustazaf-Der'in Diyarbakır Şubesi ile Ehi-Der Okuma Salonu bir grup tarafından saldırıya uğradı. Saldırıda dernek çalışanı bir kişi yaralandı. (haksozhaber – 27 Şubat 08)



SORUŞTURMA VE GÖZALTILAR

Alınak'ın Operasyon Eleştirisine 14 Yıl Hapis İstendi

Kağızman Mahkemesi, "Türkiye gibi kendi topraklarını bombalayan kaç ülke var?" ve "Hangi yetkilinin çocuğu operasyon bölgesinde askerlik yapıyor?" diye soran Kürt siyasetçi Mahmut Alınak'a dava açtı. (bianet – 04 Şubat 08)

İşkenceyi Açıklayan Avukata Dava

İzmir Buca Cezaevi'nde 2003 yılında 42 çocuğa yapılan işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili hiçbir işlem yapılmadı. Çocukların vücudundaki yaraları birebir saptayan İzmir Savcılığı, açlık ve dayak iddialarını görmezden gelirken, işkenceyi dile getiren avukat Nalan Erkem hakkında dava açtı. Erkmen'in yaptığı basın açıklaması nedeniyle 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılması istenen davaya 27 Şubat'ta başlanacak. (ANF – 14 Şubat 08)

Halay Çekmenin Bedeli: 73 yıl 4 Ay Hapis Cezası

İstanbul Çağlayan'da 2006 yılında düzenlenen 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliklerine katıldıktan sonra tutuklanan Nurullah Keskin, İnan Bilen, Kadir Güler ile tutuksuz yargılanan Veysel Akdağ ve Erol Kandemir'e katıldıkları çeşitli miting ve basın açıklamalarında halay çekerken çekilen fotoğrafları delil gösterilerek toplam 73 yıl 4 ay hapis cezası verildi. (Evrensel – 28 Şubat 08)

Devamını Oku...