22 Mart 2008 Cumartesi

Akyazı'da 59. Başörtüsü Eylemi


Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu 59. başörtüsü eylemini gerçekleştirdi.

Basın açıklamasının tam metni:

Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu'nun düzenlemiş olduğu 59. basın açıklamasında beraberiz.

Dünyayı nurlandıran rehberimiz, önderimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimizin doğum yıldönümü haftası içerisindeyiz bu vesile ile Mevlid kandilinizi tebrik eder, tüm insanlığın kurtuluşa vesile olmasını yüce Allah'tan temenni ederiz.

Başörtüsü Müslüman kadının kimliğidir, onurudur. İnsanların inançları gereği başlarını örtmeleri en tabi haklarıdır. Başörtüsünü siyasi malzeme olarak göstermek ne kadar yanlış ise başörtüsü ile okula, hastaneye ve diğer devlet dairelerine girilemez görüşüde o kadar yanlıştır. Bizler yasakçı ve baskıcı zihniyetlerin insanlığa sürekli zarar verdiklerini düşünüyoruz.

Başörtüsü yasağını üniversitelerinde serbest bıraktıklarını söyleyen bazı rektörler bugün tekrar başörtüsü yasağını uygulamaya koymuşlardır. Bu yasakçı, baskıcı ve zulmedici yaratıkları kınıyoruz. İnanıyoruz ki hak yerini bulacak batılda yok olacaktır.

Sisli havayı sevenler halkın %47 ile iktidara getirdiği bir partiyi kapatmaya kalkarak ülke insanının yarısının iradesini yok saymaktadır. Bu tamamen hukuka aykırılık arz eder. Demokrasi ve laiklik nutukları atanlara TBMM'nin içinde yazılı olan 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' ibaresini iyi okumaya ve anlamaya davet ediyoruz. Mandacı zihniyetten bugüne kadar insanlığa sürekli zarar gelmiştir.

Siyonist ABD ve müttefikleri komşumuz Irak, Filistin ,Afganistan ve diğer bölgelerdeki kardeşlerimizi acımasızca katletmeye devam ediyor.

Ya Rabbi Kahhar ismi şerifinle katilleri kahreyle. AMİN!

Yahudi ve işbirlikçileri beş yılda Irak'ta bir milyon insanı katledip, beş milyonu aşkın çocuğu yetim bırakıp yüz binlerce insanı ceza evlerinde çürüten insanlık dışı bu varlıkları ve işbirliği içinde olanları lanetliyoruz eğer uluslar arası savaş mahkemeleri ayakta ise bu canilerin yargılanmasını talep ediyoruz. Tüm dünya Müslümanlarını ve idarecilerini Siyonistlerin ve uşakları emperyalist güçlerin oyunlarına alet olmamaları için uyarıyoruz.

Gelecek hafta cumartesi saat 12.30 da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.

Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu adına

Mazlumder sözcüsü İrfan ALEMDAR


Devamını Oku...

Kocaeli'de 153. Başörtüsü Eylemi

Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu İzmit Sabri Yalım Parkı İnsan Hakları Anıtı önünde 153. başörtüsüne özgürlük eylemini gerçekleştirdi.

Basın açıklamasının tam metni:

ÇEKİN ELLERİNİZİ HALKIN ÜZERİNDEN


Türkiye ciddi bir sınavın arifesinde…Devlet, siyaset, yargı birer birer sınavını veriyor. Cumhuriyet, demokrasi, hukuk ve ahlak da bu ülkede nasıl tezahür ettiğini ispat ediyor. Türkiye ya bu sınavı verecek, yada kendi halkını varlığını bir engizisyona kurban edecektir. Her on yılda bir demokrasiye vurulan balans ayarı formülünün tıkandığını gören hakim zihniyetler artık bu ayarı hukuk yolu ile, yargı yolu ile yapar oldu. Darbelerin artık çağa ayak uydurmadığını görenler, yerine post modern, yerine e- muhtıra, yerine yargı kanallarını harekete geçirmiştir. Özellikle son yıllarda somut olaylar üzerinde gösterilen tavır ve uygulamalar bu ülkeyi Sosyal, Hukuk Devleti olgusundan uzaklaştırmıştır. Cumhuriyet adı altında cumhurun, yani halkın değil bir hakim sınıfın anlayışı dikte edilmeye çalışılmıştır.

Tüm bunları en basitinden,Türkiye de ki temel haklar sorunlarına baktığımızda görüyoruz. Her birisinin altından en az bir kırk - elli yıllık bir hikaye çıkıyor. Dinleri, dilleri, yaşam tarzları, görüşleri, düşünceleri kısaca varlıkları yok sayılarak klişeleşmiş bir iki kavram üzerinden on yıllardır siyaset güde durup, sonrada halkın gözünün içine baka baka aslında sizin hakimiyetinizi önemsiyoruz demek, bu halkı aşağılamaktır.

Ya bu halkın üzerinden çekin ellerinizi yada rejime Cumhuriyet değil, başka bir ad verin. Genel geçer hukuk mantığı ile temel haklar anlayışını, haksız ve adil olmayan tüm uygulamaları her fırsatta çifte standartsız olarak savunduk, savunmaya devam edeceğiz. AKP'nin uygulamalarında gördüğümüz haksızlıkları her fırsatta eleştiren bizler, bu gün laiklik elden gidiyor tamtamları ile kapatılmasının talep edilmesini halkın kendi kendini yönetimine ağır bir darbe olarak görüyoruz. Daha öncede belirttiğimiz gibi bu tüm siyasi partiler için geçerlidir. Bizlerin fikirlerini yansıtmasa da, hayat tarzı ve yorumumuza ters gelse de halkın meclise getirdiği bir partiyi ancak halk meclisten götürmelidir. Özellikle AKP'nin başörtüsü yasağını sadece üniversitelerden kaldıracak şekilde eksik, yetersiz ve halkın beklentilerini karşılamayan bir "çözüm önerisinde" dahi önünün kesildiği görülüyor. Tıpkı Cumhurbaşkanlığı sürecinde gördüğümüz Yargının siyasi bir parti imiş gibi yorum yapması şu an görüşülen dava dosyaları üzerinde gölge oluşturmaktadır. Zira ülkede ki yargı organları kendilerine siyasi parti havasını vermişlerdir. Ergenekon çetesinin içerisinden çıkan yasakçılar Türkiye de laiklik adına nasıl oyunlar oynandığını gösteriyor bizlere. Yine bizler Ergenekon çetesi meselesi ile gördük ki herkes kendine yakın olan devlet kademelerindeki yandaşlarını harekete geçirerek ülkenin ve halkın istediği yere gitmesini sağlamak için halkın ekmeği kanı ve kardeşçe yaşaması üzerinden siyaset yapmaktadırlar. İstemediklerini göndermek ve istediklerini getirmek içi hiç çekinmeden halkın kanı, ekmeği ve hürriyeti ile oynamaktadırlar. Artık halk bu temcit pilavına toktur, milletin evlatları birbirini ve milletini kırmayacaktır. Vatanını sevenler vatanı için başka sevenleri kırmayacaktır. Hâkim zihniyetlerini laiklik örtüsüne bürüyerek halkın inanç ve değerlerini de umursamayarak sindirme, bastırma politikası güdenler gözlerimiz önünde çifte standartçı bir şekilde laiklik bekçiliğine soyunmuşlardır. Hukuk denen olguyu varsayımlarla, niyet okuyuculuğu ile var kılmak isteyenler, artık derinliği kalmamış Devletin hukuksuz uygulamalarını da örtbas etmeye çalışmaktadır.

Kim olursa olsun, kim tarafından yapılırsa yapılsın, kime yapılırsa yapılsın adaletten yoksun zulüm mekanizmaları varlıklarını bunca ah üzerinde baki kılamazlar. Tıpkı bunlar gibi Başörtüsü yasağındaki ısrarcılık yasakçıların zulüm mekanizmalarının tükenişinin bir tablosudur aynı zamanda. Yer yüzünde adalet hakim oluncaya, tek mahzun yürek kalmayıncaya dek mücadeleler baki kalacaktır…

Nigar Gümrükçüoğlu

MAZLUMDER Kocaeli Şube Başkanı

Devamını Oku...

"Laik Azgınlık Nerede Duracak" (FOTO)




SAKARYA- Sakarya Başörtüsü Platformu 132. Başörtüsü Eylemini gerçekleştirdi.Sakarya Üniversitesinde devam eden başörtüsü direnişini destek olunarak başlayan açıklamada , Ergenekon Operasyonundaki son gelişmelere ve AKP’yi kapatma davası ile ilgili gelişmelere ve İlköğretim okullarındaki ant ettirme olayı ile Irak işgalinin beşinci yılı ile ilgili değerlendirmelere de yer verildi.Ayrıca 2004 yılında şehid edilen Özgür Kudüs Davasının ve Hamas’ın manevi önderi Şeyh Ahmet Yasin’de anıldı.

Sakarya Başörtüsü Platformu 132. basın açıklamasını gerçekleştirdi. Açıklamayı SBP adına Sapanca Bilgi Eğitim Dayanışma Derneği Üyesi Turgay ŞEN okudu. Sakarya Üniversitesinde uygulanmaya tekrar başlanan başörtüsü yasağına karşı onurlu bir direnişi başlatan ve sürdüren müslümanlara selam ederek ve onların direnişini desteklediğini bildirerek açıklamasına başlayan Turgay ŞEN ;”Ergenekon Operasyonu kapsamında Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan SELÇUK Doğu PERİNÇEK ve İ.Ü.Eski Rektörü Kemal ALEMDAROĞLU ‘nun gözaltına alınmaları herkesin kafasını karıştırdı.Bir emekli Albay Veli KÜÇÜK Türk İntikam Tugayı kurucusu ve başkanı Semih Tufan GÜLALTAY adı Susurluk davasında da geçen Hadi ÖZCAN ve dün gözaltına alınan bir başyazar bir siyasi parti başkanı ve bir eski rektör.Dün göz altına alınanların ortak özelliklerinden birisinin İslam’a müslümanlara ve başörtüsüne olan karşıtlıklarının oluşu da önemli ipuçları verse gerekir.”dedi.

AKP’yi kapatma davası ile ilgili meydana gelen gelişmelere ilişkin olarak ise “Davadan kısa bir süre önce AKP ye olan desteklerini sorgulama noktasına gelen liberallerden tutun da , geniş halk kesimleri ile birlikte siyasi partilerin çoğunluğu , sermaye dünyasının tamamı , sivil inisiyatifler ve dışarıdan , ABD ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri ve Türkiye’nin kaotik durumundan etkilenecek diğer dış unsurlar bu davayı kınadıklarını açıkladıklarını vurgulayan Turgay ŞEN daha sonra Sakarya Başörtüsü Platformunun bununla ilgili düşüncesini “Ak Partisine açılan bu kapatma davasının ülkede zaten var olan yargı hegemonyasının varlığını pekiştireceğini , Türkiye’deki laiklik ve başörtüsü üzerinden devam ettirilen tartışma ortamının aslında ulusalcı oligarşik çevreler ile müslüman halk arasında olduğunu , vesayet rejiminin baskı ve yasaklarla sürdürmek istediği darbe ortamının iflas ettiğini , müslüman halkın da sahip olduğu hak ve talepleriyle inandığı değerlerle her yerde var olmaya çalıştığını ve bundan sonra da çalışacağı şeklinde dile getirdi.

İlköğretim okullarında yabancılar için kaldırılması düşünülen çocuklara ant ettirme olayının her kesime tanınması gerektiğini belirten Turgay ŞEN beşinci yılına giren ABD’nin Irak işgaline ve Özgür Kudüs Davasının ve Hamas’ın manevi önderi Şeyh Ahmet Yasin’in şahdet yıldönümüne değinerek açıklamasını şu sözlerle bitirdi. ”ABD’nin Irak’ı işgalinin 5.yıldönümü.Beş yılda canında olan bir milyon sivil insan.Bunun iki katı kadar da yurtlarını terk etmek zorunda kalan milyonlar.Demokratikleşme ve özgürlük yalanları ile masum insanları katleden ABD’nin işgalleri sona erene dek direniş ve mücadele de sürecektir.Yaşasın Irak Direnişimiz...Yaşasın Sakarya Üniversitesi Direnişimiz..Yaşasın Başörtüsü Direnişimiz”

“Tevhid, Adalet, Özgürlük” sloganının atıldığı eylemde platform mensuplarınca “Başörtüsüne Özgürlük, Hemen, Şimdi”, “Yasak Sürüyor; (D)uyuyor musunuz?”, “Hepimiz Başörtülüyüz” ve “Başörtüsü Kimliğimiz, Vazgeçmeyiz” yazılı dövizler ve “Başörtüsü İslam’ın Emri, Müslüman Kadının Kimliğidir”, “Zulme Karşı Direniş, Herkes İçin Adalet” ve “Tevhid, Adalet, Özgürlük” yazılı pankartlar taşındı.

SAKARYA BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU 132.BASIN AÇIKLAMASI
Laik azgınlık nerede duracak ?

Bu haftaki açıklamamıza Sakarya Üniversitesinde uygulanmaya tekrar başlanan başörtüsü yasağına karşı onurlu bir direnişi başlatan ve sürdüren müslüman kardeşlerimize selam ederek ve onların direnişini desteklediğimizi bildirerek başlamak istiyoruz.

Dün Ergenekon Operasyonu kapsamında Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan SELÇUK Doğu PERİNÇEK ve İ.Ü.Eski Rektörü Kemal ALEMDAROĞLU ‘nun gözaltına alınmaları herkesin kafasını karıştırdı.Bir emekli Albay Veli KÜÇÜK Türk İntikam Tugayı kurucusu ve başkanı Semih Tufan GÜLALTAY adı Susurluk davasında da geçen Hadi ÖZCAN ve dün gözaltına alınan bir başyazar bir siyasi parti başkanı ve bir eski rektör.Dün göz altına alınanların ortak özelliklerinden birisinin İslam’a müslümanlara ve başörtüsüne olan karşıtlıklarının oluşu da önemli ipuçları verse gerekir.

Geçen haftadan bu yana ülkenin gündemi Ak Partisine karşı açılan kapatma davasına odaklanmış durumda.Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak suçlamasıyla açılan dava hakkında televizyon ekranlarında konuşmayan , yorum yapmayan , görüşünü belirtmeyen hemen hemen kalmadı gibi.Davadan kısa bir süre önce AKP ye olan desteklerini sorgulama noktasına gelen liberallerden tutun da , geniş halk kesimleri ile birlikte siyasi partilerin çoğunluğu , sermaye dünyasının tamamı , sivil inisiyatifler ve dışarıdan , ABD ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri ve Türkiye’nin kaotik durumundan etkilenecek diğer dış unsurlar bu davayı kınadıklarını açıkladılar.

Yapılan açıklamaların ekserisinde görülen vurgu , Ak Partisinin bunu hak etmediği , ülkeyi istikrarlı bir şekilde yönettiği ve eğer kapatıldığı takdirde ülkenin içine düşeceği olumsuz durum oluşturmakta.Konuyu tam algılayamayanların şaşkınlıktan sonra aldıkları tavır bu kadar da olmaz! noktasına varmış durumda.

Biz Sakarya Başörtüsü Platformu olarak , Ak Partisine açılan bu kapatma davasının ülkede zaten var olan yargı hegemonyasının varlığını pekiştireceğini , Türkiye’deki laiklik ve başörtüsü üzerinden devam ettirilen tartışma ortamının aslında ulusalcı oligarşik çevreler ile müslüman halk arasında olduğunu , vesayet rejiminin baskı ve yasaklarla sürdürmek istediği darbe ortamının iflas ettiğini , müslüman halkın da sahip olduğu hak ve talepleriyle inandığı değerlerle her yerde var olmaya çalıştığını ve bundan sonra da çalışacağını düşünüyoruz.Ancak geniş halk kesimlerini laiklikle seçkinci elit kesimlerle ve sistemin fetişleriyle barıştırmayı üzerine vazife edinmiş ve hükümette olduğu altı yıldan bu yana izlediği politikalarla AB süreci hariç hiçbir ciddi adım atamayan müdahaneci bir partinin ve bunun kadrolarının da üzerlerine vazife edindikleri bu görevin ne kadar da tehlikeli ve anlamsız bir iş olduğunu anlamaları gerektiğini vurgulamak istiyoruz.Ve bundan sonra da daha da sertleşecek bir karşılıklı atışmanın olacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.

Uzun yıllardır değişmeyen ve sistemin asıl sahipleri tarafından şekillendirilen baskıya zorbalığa ve yok saymaya tehdit etmeye ve ortadan kaldırmaya dönük politikaların bitmediği ve bitmeyeceği ortadadır.Yapılması gereken bu kirli yüzü deşifre etmek dürüst ve onurlu bir duruşla adalet ve özgürlük için mücadele etmektir.Bu ülkedeki seçkinci kesimlerin “biz yapamadık siz yapın”, “biz yiyemedik alın siz yiyin” demeyecekleri çok açık bir şekilde ortadayken sistemin fetişlerine sığınarak onlardan medet umarak ve en önemlisi ne olduğu belli olamayan laiklik gibi çok kaygan bir zeminde laiklerden daha fazla laik olmak için yırtınmak boşuna bir çaba olduğu gibi trajikomik durumlara da yol açacak bir tutarsızlıktır.Laiklerden daha fazla laik olabilmek için çabalarsanız asıl laikler tepenize binmeye çalıştığında beyaz çarşaflardan bahsetmeniz hiçbir anlam ifade etmez.Olması gereken daha önce de söylediğimiz gibi , tavizsiz , onurlu ve dürüst bir şekilde adalet ve özgürlüğe yapılacak yatırımlardır.

Sakarya Başörtüsü Platformu olarak yapmış olduğumuz bu 132.basın açıklamamızda ilköğretim okullarında her sabah çocuklara yaptırılan ant’ın yabancılar için kaldırılmasına değinmek istiyoruz.Diğer kavmi kimlikleri yok sayma ile sisteme ve onun kutsallarına benimsetmeye yönelik ve herkesi tektipleştirme hedefi üzerine kurulu bu çocuklara ant ettirme olayı herkes için kalkmalı ve yabancılara tanınan bu özgürlük tüm topluma tanınmalıdır.Bu hafta ayrıca ABD’nin Irak’ı işgalinin 5.yıldönümü.Beş yılda canında olan bir milyon sivil insan.Bunun iki katı kadar da yurtlarını terk etmek zorunda kalan milyonlar.Demokratikleşme ve özgürlük yalanları ile masum insanları katleden ABD’nin işgalleri sona erene dek direniş ve mücadele de sürecektir. Yaşasın Irak Direnişimiz...Yaşasın Sakarya Üniversitesi Direnişimiz..Yaşasın Başörtüsü Direnişimiz.






Devamını Oku...

Çeyrek Tesettür Gerçek Tesettüre Karşı ya da Başörtülü Çıplaklar (I)

Biraz da etki-tepki meselesi olsa gerek. Egemen güçlerin bunca saldırısı ve zulmüne rağmen çarşılara, pazarlara baktığımızda başörtülü kızlardan geçilmiyor. Bardağın neresine bakalım? Hiç yoktan başı örtülü bayanların sayısı hâlâ çok sayıda diye sevinelim mi; yoksa, başörtüsü, rûhundan giderek soyutlandı, çarşılar başörtülü mankenlerin boy gösterdiği podyuma döndü, örtü sokağa (ayağa) düştü diye üzülelim mi?

Sürpriz olan hangisi? Azçok kültürlü kızların başörtülü olabilmesi mi, yoksa her yönden gayrı İslâmî yaşama biçiminin kuşattığı ve modern Batı standartlarını içselleştirmiş, özgürlük putunun kurbanı ve sosyal hayatın, sokak ve çarşının tutsağı olmuş başörtülü kızların her aklı başında müslümana "bu kadar da yozlaşma olmaz!" dedirtecek anormallikleri mi? Okullarda karma eğitimin tezgâhından geçmiş, televizyon dizileriyle büyümüş, kadın-erkek eşitliğini ve kadın özgürlüğünü bayraklaştırmış, dünyevileşmiş, İslâm'ı yeterince bilmeyen, bildiklerini tümüyle yaşamanın getirdiği bedellere hazır olmayan kızların çeyrek tesettürü mü?
Şuurlu müslümanların başörtüsü mücâdelesini önemli bir cihad gibi görmelerinin sebebi, onun Kur'an' ın bir emri, tesettürün ayrılmaz bir parçası, İslâmî inanç ve yaşama biçiminin dışa yansıyan bir göstergesi, müslüman hanımın hayâ ve iffetinin bir işareti olduğu içindi.

Müslüman hanımın başörtüsüyle birlikte dış kıyafetinin özelliklerini özetin özeti mâhiyette hatırlatalım: Müslüman bir kadının yabancı erkeklere ve müslüman olmayan bayanlara karşı yüzü, bileklere kadar elleri dışında vücudunun tamamı avrettir, örtmeleri gerekir. Hanımların, ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Âyette şöyle buyurulur: "Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." (33/Ahzâb, 59).

Örtünün sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olması gerekir. Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Elbise şeffaf ve çok ince olmamasına rağmen uzuvları belli edecek şekilde darsa ve organların şeklini ortaya koyarsa yine tesettür gerçekleşmemiş olur. Giyilen kıyafetin, örtünen başörtüsünün, erkeklerin dikkatini çekecek şekillerde olmaması, cinsel câzibeyi ortaya çıkarmaması gerekmektedir. (O yüzden şekil ve renk olarak sade, daha çok koyu siyah renkte giysi ve örtü, yirminci asra kadar bütün dünya müslümanlarının riâyet ettiği ölçü kabul edilmiştir.)

Kim ne yorum yaparsa yapsın; başörtüsü Kur'an'ın emridir: "Mü'min hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısmı müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları organlarını) teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…" (24/Nûr, 31). Başörtüsü teferruat değildir. Allah'ın Kur'an'da emrettiği bir farz teferruat, ayrıntı kabul edilemez. Bu mantık(sızlık)la, eğer başı örtmek teferruat ise, meselâ göğsü örtmek de teferruattır; çünkü o da aynı şekilde farzdır. Başörtüsü, çarpık yorumlarla önemsiz ve hizmet(!) için tâviz verilecek basitlikte görülemez, olmazsa da olur denilecek bir husus kabul edilemez.

Müslüman hanım, Ahzâb sûresi 59. âyete göre sadece vücudunu ve başını örtmekle emrolunmamış, aynı zamanda yabancı erkeklerden eziyet görmeyecek ölçüde ve iffetli olduklarını gösterecek biçimde cilbab (çekici olmayan ve baştan ayağa örten geniş ve kalın bir dış giysi) ile örtüneceklerdir. Bu özellik, başörtüsünün şeklini de, başörtüsü dışında dış giyimin nasıl olması gerektiğini ve bunun hikmetlerini de içermektedir. Vücudu örttüğü halde dış giysinin (cilbabın) içindeki bol elbise, cilbabsız olarak nasıl dışarıda tesettür için yeterli görülmüyorsa, aynı şekilde elbise desenlerinden daha çekici, allı güllü, bol süslü eşarplar ve kadını câzip gösteren kıyafetlerin de tesettürdeki temel espri ve hikmeti taşımayacağı bilinmelidir.

Bilindiği gibi, Nur sûresi 31. âyeti, kadınlara istisnâ edilen şahıslar dışında hiçbir erkeğe ziynetlerini göstermemelerini emretmekte. Ziynet, kadını güzel gösteren saç, makyaj, parfüm, takı, mücevherât ve elbise gibi şeyleri içine almaktadır.

Güzel kokudan (parfümden) kaçınmak şarttır: "Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da 'onun kokusu şöyle şöyleydi' diye konuşurlar. Böyle (koku sürünmesi ve) söylenmesi çirkindir." (Ebû Dâvud, hadis no: 351). Konuşurken ciddî olma mecbûriyeti vardır: "...Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır..." (33/Ahzâb, 32). Müslüman hanımın davranışı, yürüyüşü ağırbaşlı olmalı, dişiliğini, cinselliğini öne çıkarmamalıdır: "... Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler)." (24/Nûr, 31).

Tesettürdeki gâye ve hikmet, ulemânın ittifakı ve ümmetin icmâı ile, kadının yabancı erkeklere karşı cinsî câzibesini gizlemektir. O yüzden, kadının bileğindeki altın bileziğin gözükmesine izin vermeyen din, kadını daha süslü gösteren bir eşyanın, bir aksesuar veya başörtüsü ya da giysinin kullanımına da izin vermez. Nûr Sûresi, 31. âyet, kadının yabancı erkeklere ziynetlerini/süslerini (ve ziynet yerlerini) göstermesini yasaklar. Halbuki şimdiki başörtülerin ve dış giysilerin büyük oranda ziynet/süs unsuru olması, aranacak ilk vasıf sayılabiliyor, ziyneti örtmesi gereken şeyin kendisi tümüyle ziynet özelliğine uyuyorsa bu nasıl tesettür olabilir? Tuz yiyeceği kokmaktan korur; tuz kokarsa o yiyeceğin hali ne olur?

Başörtüsü, mü'min hanımlara sadece üniversitede farz olmamakta, bülûğa erdiği andan itibaren farz olmaktadır. Ayrıca üniversite gibi resmî kurumlarda ve erkeklerle kızların karma eğitim yaptıkları ya da içli dışlı oldukları yerde sadece başörtüsü değildir farz olan; onu tamamlayan diğer giysiler ve cinsî özellik ve câzibelerin tümünden arınmış, fitne ortamına hiç yer vermeyecek davranışlar da şarttır.
Müslüman bayan, erkeklerin de bulunduğu sosyal hareketlere katılır veya yabancı erkeklerle meşrû ölçüler içinde konuşurken, her şeyden önce dişiliğiyle değil; kişiliğiyle bulunmalıdır. Bir kadın için, sosyal hayatta tesettür her şey değil; bir şeydir. Onsuz olmaz ama, onunla da her şey tamamlanmış değildir. Kahkaha gibi aşırı ve sesli gülme, yabancı erkeklerle şakalaşma, gereksiz samimi tavırlar, kadınsı işveler, yapmacık edâ ve sesin güzelleştirilmesi için doğal olmayan çabalar vb. iffetli müslüman bir hanıma yakışmayacak ve müslümanlarca yadırganacak ya da farklı gözle değerlendirilecek her türlü tavırdan kaçınılması gerekir. Müslüman hanımın bu ölçülere riâyet etmeden sosyal hayatta yer alması ya da erkeklerle konuşması, hem kendine, hem dâvâsına, hem tesettürlü hanımlara, hem İslâm'a ve hem de müslüman kadınların toplumda müslümanca yer etmesi için gereken ortamın ve örfün oluşması önündeki zincirlerin kırılma çabalarına çok büyük zararlar verecektir.

Bugün çarşıda, pazarda, tezgâhta, masa ve kasa başında, başörtülü bayanların "örtülü çıplak" diye tanımlanabilecek başörtülü yozlaşmanın görüntülerini de şöyle özetleyelim: Çarşaf ya da bol ve uzun pardösü benzeri bir dış giysinin tamamlamadığı bir kıyâfet. Dış giysi cinsinden bir şey olmaksızın sadece başörtü, altına etek veya pantolon, üstüne bluz, elbise cinsinden bir şey giyerek çarşı pazarda dolaşma veya işyerlerinde ya da okullarda bu kıyafetle yabancı erkeklere (iş arkadaşlarına, sınıf arkadaşlarına, müşterilere…) gözükmek.

Yasak savma cinsinden bile kabul edilemeyecek tarzda, çok ince veya çok kısa ya da çok dar pardösümsü bir dış giysi.

Başörtünün altından sırıtan çirkinlik: Yüzde makyaj, dudaklarda ruj, yanaklarda allık, gözlerde boya ve hatta başörtüsünün rengine uygun özel lens, kaşlarda inceltme ve vücutta ağır parfüm kokusu gibi acâyiplikler.

Yani, başörtülü sekreter ve başörtülü tezgâhtar bayanların büyük çoğunluğu başta olmak üzere ev hanımı veya ev kızı olmadıkları imajını her haliyle yansıtmaya çalışarak entel takılan genç bayanların da önemli bir kesiminin çarşıda, okulda, işte… başörtülü mankenlere benzeme gayreti. Üstü kapalı altı havalı, uygunsuz etek üstü türban, altta dar kot pantolon üstte başörtüsü, bacakları açık ama başı kapalı tipler; Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dedirtecek şekilde, altı kaval üstü şişhane görüntüsü…

Süslü kubbesi olan bir câminin alt katının tapınak olarak kullanıma açılması gibi bir şey. Başında sarık, ayağında mayo olan imam kıyâfeti ne ise onun gibi. Ne var bunda demeyin, sarıklı imamın giydiği mayonun HaŞeMa yani, Hakiki Şeriat Mayosu değil; Batılıların giydiği cinsten iki parmaklık mayo olduğunu düşünün. Sakallı ve başında sarığı olan genç bir imamın sosyete plajında bakınarak gezinmesi ne ise, aynı ve belki daha ağır değil midir, çarşı ve pazarda (hal diliyle "şişşt, baksana bana!" diye konuşan giysi içinde) kendine baktırarak gezinen başörtülü kız.
İkişer kelimelik kısa tanımlarla özetlersek: "Başörtülü açıklık"; "örtülü çıplaklık"; "tesettürsüz örtü." Şunlar da üçer kelimelik: "Cilâlı baş devri"; "cennetle cehennem koalisyonu"; "sulandırılmış İslâm'ın görüntüsü"; "zakkum aşılanmış çiçek"; "zehir karıştırılmış bal."

Konserlerde alkış ve ıslıkla da yetinmeyip dans eder gibi hareketlerle tempo tutup sanatçının ezgisine/şarkısına koro elemanı gibi katılan başörtülü kızlar kimse tarafından yadırganmıyor artık. Çarşılarda özgürce gezmekle tatmin olmayan başörtülü bayanların bir kısmı, deniz kenarlarında, park ve pastanelerde özgür takılıyorlar, herkesin içinde şuh kahkahalar atabiliyor, çarşıda (şimdilik) kız arkadaşlarıyla öpüşebiliyor, çok rahat tavır ve cıvık cinsellik kokan davranışlardan, bazen kol kola bir yabancı erkekle fingirdeşmekten bile çekinmiyorlar.

Peygamberimiz (s.a.s.)'in "giyinik olduğu halde çıplak gibi görünen kadınları, Cehennem ehlinden" saymasının (Müslim, Libâs 125, hadis no: 2128) sebebi üzerinde düşünülüyor mu dersiniz? Hz. Peygamber, bunların Cennete giremeyeceği gibi, Cennetin kokusunu dahi alamayacağını belirtmiştir. Kimdir bu örtülü çıplaklar? Bunlar şeriatın koyduğu ölçülere uymayan, yani ince, dar ve uzuvları gösteren elbiseler giyen ya da vücudunda örtmesi gereken yerleri örtmeyen kadınlardır. Kadınların bu şekilde giyinmesi, küçük günahlardan olsaydı, Hz. Peygamber, onları Cehennem ehlinden saymaz, Cennetin kokusunu dahi alamayacaklarını söylemezdi. Farzedelim ki, sözkonusu şekilde giyinmek, küçük günahlardandır. Bu durumda küçük günahlarda ısrar etmenin, günahı büyüteceğini bilmiyorlar mı? Bilinmelidir ki, "sürekli yapılan hiçbir günah, küçük; tevbe edilen hiçbir günah da büyük değildir."

Hasan Basri gibi: "Siz sahâbeyi görseydiniz deli (öcü) derdiniz, onlar da sizi görseydi müslüman (tesettürlü) demezdi" demeyeceğim; daha hafifini tercih edeceğim: Günümüz Mekke ve Medine'sinde, hatta Tahran'ında, Afrika'nın nice ülkesinde, Malezya'da… erkek ve hanım müslümanlar, bu giysi ve davranış sahiplerine hiç duraksamadan kötü kadın damgası vurabilirler, kendilerinden saymayacakları gibi, hicaplı/tesettürlü sınıfı küçük düşürdükleri için ajan muâmelesi yaparlar. Ama Batı ülkelerinde bu kıyafet ve tavrın, tepki almadan kabul göreceğinden emin olabilirsiniz. Başörtüsü dışındaki bu giysi ve davranışı kendi standartlarında gördüklerinden, "herhalde başı keldir de kapatma ihtiyacı duyuyordur veya başına bir bez bağlamaktan zevk alıyordur, imaj anlayışıdır, bu tür değişiklikle dikkat çekmek istiyordur" şeklinde değerlendirmeler yaparlar. Türkiye'deki fanatik laikler ve Kemalistler gibi (çoğunluğun tavrı ve çoğu özelliğiyle) âhı gitmiş vâhı kalmış başörtümsü cicili bez karşısında katı ve uzlaşmaz tavır takınmazlar.

"Bunlar (iki inanç, iki grup) arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara (bağlanıyorlar, benziyorlar) ne bunlara. Allah'ın şaşırttığı kimseye asla bir (çıkar) yol bulamazsın." (4/Nisâ, 143). Hem Allah'ı, hem şeytanı râzı etmeye çalışmak, sadece şeytanı râzı edecek gülünç tavırlara, aldatış ve aldanışlara götürür insanı. "Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezâsı ancak dünya hayatında rezillik, rüsvaylıktır; Kıyâmet gününde ise en şiddetli azâba itilmektir. Allah, sizin yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir." (2/Bakara, 85) "Yoksa onların, dinden Allah'ın izin vermediği şeyleri şeriat (dinî kaide) kılan şirk koştukları ortakları mı var? Eğer azâbı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di. Şüphesiz zâlimler için can yakıcı bir azap vardır." (42/Şûrâ, 21). Hakla bâtılın koalisyonu, güzel bir içeceğin zehirle karıştırılmışı gibidir. Altısı içinden, altısı dışından tavırlar dinle alay etme gibi değerlendirilebilir.

Müslümanlığı çok kötü temsil eden kimselerin zararları, müslüman olmayanlarınkinden daha büyük olur çoğu zaman; akılsız dost ve akıllı düşman misali. İslâm'a en büyük zarar, tarih boyunca hep içeridekilerden gelmiştir. Dini yanlış temsil ile "müslümanlar işte böyle!" dedirtecek tavizci anlayışa ve kötü örnek olarak dini de küçük düşüren tavırlara kimsenin hakkı yoktur.

Bütün bunların yanında saçının tekinin bile gözükmemesine ciddi özen gösterilerek takınılan ve çoğunlukla "bone"li başörtüsü; rengârenk, bin bir desen, cıvıl cıvıl. Anadolu'daki fazla kültürlü olmayan bayanların kıyafetinin diğer bölümlerinde bu denli yozlaşma olmamasına rağmen, başörtü bağlama konusunda biraz ihmalkârlık biraz alışkanlık gereği, yer yer saçlarından bir kısmının bazen veya devamlı gözükebilecek şekilde başörtüsünde gevşek davranmalarına tam ters bir uygulamayı andırıyor, büyük şehirlerdeki bu fotoğraf. Çok kültürlü olmayan halk sınıfından geleneksel örtünmeyi sürdüren bayanlar, başörtü örtme biçimine kadar örfleştirip âdetleştirdikleri şuursuzca örtünme görüntüsü sergilerken, onlardan ayrıldığını gösterme ihtiyacı duyan ve kültürlü olduğunu düşünen modern örtülü bayanlar da, saçlarını örtme konusunda gösterdikleri titizliği; başörtüsünün süslü câzibiyetinden kaçınma hususunda, başörtüsü dışındaki giysi ve tavır konusunda (sanki bilinçli ve kasıtlı bir tavırla) göstermekten kaçınıyorlar.

Renkrenk, moda moda başörtüler, atlası, ipeği, yerlisi, ithali, bin bir çeşit… Ama, farklı etiketlere, değişik firma isimlerine aldanmayın; hepsinin markası tek: "Bak bana!" marka.

Dışı kâfirleri hâlâ yakmayı sürdüren başörtüsü, içi müslümanları yakmaya başladı. Bâtıl cephesinde yeni bir şey yok; ilkeli de çağdaşı da aynı. Batının ve her çeşit bâtılın geleneksel tavrı değişmiyor: Zorla hakkından gelemediği hakkı, hile ile yozlaştırıp tahrif etmek. Yaşadığımız coğrafyada da bu filmin başörtülü versiyonu vizyona kondu; kanun ve baskılarla alt edemedikleri, önünü alamadıkları başörtüsünü cıvıklaştırarak yozlaştırdılar. Light İslâm, sulandırılmış, kitabına uydurulmuş, ılımlı müslümanlık diye dillendirilen İslâmizasyon anlayışının ne ölçüde tutacağını başörtülüler üzerinde test etti global ifsat çeteleri ve maalesef umutlanacakları netice aldılar.

İmanla, tevhidle bağı koparılan, hiç değilse zayıflatılan ibâdetler, âdetlere dönüşür. Başörtüsü de öyle oldu. Kültürsüz halk kesiminde ninelerin, hizmetçilerin, temizlikçilerin ya da köylü kadınların geleneksel başörtüsü, âdet kabilinden değerlendirildiği için egemen güçlerin bunu hoşgörüyle (en azından düşman olunmaya gerekli olmayan, tahammül edilebilir şekilde) karşıladıkları bilinen husus. Şehirli bayanların, kültürlü kesimin de başörtüsü, çok yönlü yönlendirmelerle âdete dönüştürülüyor. Böylece derin egemen güçler, onu irtica (yeni adıyla siyasal/İslâmî) simge görmeyecek, âdete dönüşen başörtüsüyle uzlaşacaklar. Yeter ki imanın yansıması olarak örtülmesin örtü, yoksa bir kimlik alâmeti ve müslümanlık sembolü olmaktan çık(arıl)mış bir bez parçasıyla kimsenin bir alıp veremediği olmaz. Bizim açımızdan, yukarıda resmedilen şekliyle sorun ne kadar büyürse, zâlimler için de o oranda sorun olmaktan çıkacaktır başörtüsü. Bu değerlendirme ışığında, çok yakın bir zamanda başörtüsü meselesi çözülmüş olacak.

Az kaldı, yozlaşmanın çapı ve şümûlü tamamlansın; başörtüsü AB standartları ve Batılı modern bayanların tüm olumsuz imajlarıyla arasında çok az kalan farklılıkları kaldırsın, başörtüsü sorun olmaktan çıkacaktır. Derin devlet, yani formalite icabı hükümette olanlar değil; devleti fiilen yöneten iktidar gücü her ne kadar şimdiye kadar hiç taviz vermiyor görünse, on yıl sonrasına bile yeşil ışık yakmayacak izlenimi verse de, tek taraflı olarak başörtülülerin kaahir ekseriyeti, her çeşit tavizi vermeye hazır olduğunu gösterdi.

Ruhu soyutlanmış, tesettür görevi yaptığı çok şüpheli hale gelmiş başörtüsüne İslâm düşmanları niye taviz vermesin ki!? Hele o verecekleri taviz, bundan sonra alacakları muhtemel taviz yanında çok az kalıyorsa. Ama, dejenerasyonun yeterli olmadığını düşünüyor o çevreler besbelli.

Taviz tavizi doğurur, "du bakalim n'olicek?" diye bekliyor sadece başörtüsü vurgusu yapan çevreler. Öteki taraf, başörtüsüzlerin her türlü olumsuz giyim ve tavırlarına bulaştırdıkları başörtülüleri "bu müslümancıklar, açık göbek modasına ve başörtüsü altına mayo ya da mini etek garâbetine kadar işi vardıracaklar mı" diye test etmeye devam ediyor ve sebep oldukları bu tablodan sadistçe zevk alıyorlar. Başörtüsü, modern giyim(sizlik) tarzıyla, Batılı modern tavırla, vücudun diğer giysilerdeki cinselliği açığa vuran çağdaş özelliklerle uyuştuğu oranda modern güçler ve düzen de başörtüsüyle uyuşacak. Başörtülü; Kur'ânî çizgi, takvâ giysisi ve yaşama biçiminden ne kadar taviz verip uzaklaşırsa, kendini doğuran bağla irtibatını koparırsa, o oranda İslâm düşmanı çevrelerin tavizini görecek. Görünen maalesef o ki; başörtülülerin kaahir ekseriyeti, bugünkü halleri ve gelecekte sergileyecekleri daha büyük yozlaşma sürecine girmeleriyle kendilerine taviz verilmeyi hak ettiler. Ama yine de Kenan Evren'in tabiriyle "sinek küçük ama mide bulandırır" diye düşünüyorlar.

Kur'an bu güçlerin portresini şöyle çiziyor: "Sen onların dinine uyuncaya kadar Yahûdiler de Hıristiyanlar da (onların izinden giden müşrikler de) senden asla râzı olmazlar." (2/Bakara, 120). Başörtüsünün imanla irtibatının çoğu kızımızda çözüldüğünü gören âyette belirtilen sınıflar, başörtüsü problemini çözmek için girişimlerine başlama sinyalleri verdi biliyorsunuz. İktidar değişimlerini finanse eden dolar milyarderi Amerikalı yahûdi Soros, kendi emir kulları olan radikal laik çevrelere "yeter artık, bu kadarı kâfi" demeye başladı; ve ekledi: "Başörtüsü sorununu ben çözeceğim." Bu sözü, tabii ki, kendi adına değil, Batı, Amerika adına, yani çoğunluğu Hıristiyan olduğu değerlendirilen kesim adına, Hıristiyan Batıyı temsilen dillendirdi. Ve, üstüne üstlük; kısa zaman önce, başörtüsü sorununun çözümünün İsrail'den geçtiği yetkili ve etkili çevrelerin ağzından dökülmeye başladı.

Demek ki, başörtülülerin bu yozlaşmasından râzı oldular, neticesi alındığı için artık baskının kalkması gerektiğine karar verdiler. Bakara 120'nin ışığında bu durumu yorumladığımızda, işin vehâmeti daha iyi anlaşılacaktır. Bu demektir ki, kendini tesettürde zannedenlerin çok önemli bir bölümünün taktığı başörtüsü, Allah'ın râzı olmayacağı şekle geldi. İsrail'in, ABD'nin râzı olduğu başörtüsü, artık Avrupa Birliği'ne girmek üzere. Onlardan yeşil ışık yakılmaya başlandığına göre, onların emir kulları egemen güçler de kamusal alan dedikleri etkin yerlerde değilse de, sözgelimi bazı üniversitelerdeki kırmızı ışıkların bir bölümünü söndürecekler. Yoksa, radikaller "İslâm'ın en önemli emirlerine bile yasak koyan üniversite, diğer okul ve resmî kurumlar ve de buraları bu hale getiren düzen olmaz olsun!" deyip uzlaşmayı tümüyle reddedebilirler; küçük de olsa böyle bir ihtimali hesap eden Batılı güçler, büyük tâvizler alındığına emin olduğu için küçük tâviz vermekten yana.

Amerika'lardan fetvâlar veren "teferruat"çılar, hizmetin (kime, neye ve nasıl hizmetse?!) Allah'ın emrinden daha önemli olduğunu bağlılarına ve sempatizanlarına duyurdular. Üniversitelerdeki öğrenciler veya eğitim kurumları başta olmak üzere kimi alanlarda çalışan bayanlar başörtüsünü çözerek problemi çözmüş oldular. Yirmi sekiz şubat sonrası psikolojik baskılar başörtüsü bedelinin hafif olmadığını gösterdiği için bazı başörtülüler kolay yolu tercih etti. Hemen açılmakta zorlananlar, büyük bir buluşa imza atarak bere ile, peruk ile tesettür olabileceğini icat ettiler. Derken çığır açıldı, iş çığırından çıktı. Hâlâ başörtüsünü çıkarmayanlar da başörtüsündeki rûhu çıkardı. Bunun yanında, özellikle büyük şehirlerdeki "ben de müslümanım" diyenlerin en az yarısı zâten ne başörtüsünü, ne de başörtüsünü emreden İlâhî emir ve yasakları takıyor. Eh, tâvizi hâlâ hak etmesinler mi Batılıların gözünde.

Evet, üç vakte kadar (bu üç vakit, üç ay mı olur, üç yıl mı, başörtülülerin dejenerasyonunun ve düzene uygun yaşam tarzının yeterli görülmesine bağlı) başörtüsü sorunu çözülecek. Rûhundan soyutlanmış, aksesuara dönüşmüş modern başörtüsü artık kamusal alanda tümüyle değilse, yavaş yavaş müsaade edilir hale gelecek. Bu ülkedeki hayranları tarafından yadırgansa da, Avrupa Birliği veya Kirliliği denilen İslâm düşmanı birlik standartları da zâten bunu gerektirmektedir. Buna rağmen, bunun çok kısa zamanda gerçekleşeceğini de düşünmüyorum. Çünkü bu coğrafyadaki örtü düşmanı egemen çevreler, kendi dinlerine tavizsiz bağlı fanatik İslâm düşmanı oldukları ve müslümanların dışa yansıyan en basit, en mâsum, şirk düzenine de hiç zararı olmayan görüntülerine karşı bile acımasızlar. Evet, ergeç başörtüsü sorunu çözülecek, çözülüyor; sevinin müslümanlar, sevinebilirseniz! Bu, başörtüsü mücâdelesinin bir zaferi midir, 28 Şubat süreciyle hızlanan light İslâm'ın Kur'an ve Sünnet İslâm'ına şimdilik bir galebesi mi, değerlendirin. Müslümanlar başörtüsünü şeklen değilse rûhen çözdüler, sıra örtü düşmanlarının lütfedip çözmesine kaldı. İktidarda olduğu sanılan sanal hükümet mi? Güldürmeyin adamı, onlar kendi karılarının başörtülerini bile savunamıyorlar; İslâm'ın İ'sini ağızlarına alamıyorlar (Eee n'apsınlar canım, yoksa gerginlik çıkar…). "Biraz daha zamanı var, zamanı geldiğinde gerginlik çıkmadan, konsensusla bu sorunu çözeceğiz" diyen hükümetin başının bu sözünün anlamı, bu açıklamalar ışığında daha iyi anlaşılmıştır herhalde.

Ahmet Kalkan

Devamını Oku...

Saçı ve başı örtülü ama tesettürsüz ?

Yalnızım.

Fatih’te bir nargile cafedeyim.

Değerli dostum, Yavuz Selim’i bekliyorum.

Uzun oturmayacağımız için, paltomu bile çıkarmaya gerek duymuyorum.

Kısa bir hasbihal edip, yanan gözlerimi dinlendirmek için eve gitmem gerektiğini düşünüyorum.

Ortam kalabalık, nargile fokurdamaları, mesajlaşanlar, telefonu çalanlar, laptopunun ekranına kitlenmiş kalmış asalaklar ve Beyaz Cam’da yayınlanan klipten yükselen müzik sesi.

Yorgunluktan olacak, etrafı boş gözlerle seyrediyorum.

Bakıyorum sadece, görmüyor gibiyim.

Beyaz Cam tam karşımda, ona da sadece bakıyorum, öylece, tepkisiz ve düşünmeden.

Bir süre sonra Beyaz Cam’da akan yazılar dikkatimi çekiyor.

İsimler, mesajlar ve telefon numaraları sürekli akıyor.

Beni arayın, bana yazın, çağrı atın, yalnızca mesaj atın, mutsuzum, mutsuz çiftler bekliyorum diye devam eden absürd yazılar akıp geçiyor.

Fakat Beyaz Cam’daki bir mesaj beynimden vurulmuşa döndürdü beni.

İsim geçti ve ardından mesaj metni ve ardından şöyle bir ifade “Tesettürlü ve başörtülülerde çekinmeden arayabilir”ve sonra telefon numarası…

Sağda, solda gördüğüm görüntüler, baş bağlama biçimleri ve başı örtülü (bana göre başörtülü değil) genç kızların genç erkeklerle olan diyalogları yozluğun dik alasının ispatıdır diye düşünüyordum. Fakat işlerin bu kadar da sarpa sardığının farkında değilmişim.

Yozlaşmanın, modernizme entegre olmanın, globalleşmenin ve küreselleşmenin Beyaz Cam’da “tesettürlü”(tesettürden her ne anlıyorsa artık) gönül eğlencesi aranmasına vardırılacağını tahmin edememiştim.

Başörtüsü, tesettür ve türban konusunda yaşanan modernleşme süreci, sanırım İslamcılığın serencamını özetlemeye yeterde artar bile.

Sosyalleşmek ve toplumsal rol üstlenmek için çıkılan yolda, ipin ucu kaçırılmış durumda.

Saçı ve başı örtülü ama tesettürsüz bir güruh türedi.

Üstelik bu güruhun önemli kısmı 25 yaşın altında.

Bu kızlar gelecekte anne olacak ya da olmuş saçı ve başı örtülü ama tesettürsüz.

Etrafınıza bir bakın, böyle tiplerden yüzlerce göreceksiniz.

Müslüman genç erkeklerde günahsız değil elbette, onları da düşük bel kotları, karma karışık bıyık ve sakalları, kulağındaki İPOD’ları ve dizi izlerken devşirdikleri üç beş kelimeyle konuştukları Türkçelerinden tanıyabilirsiniz.

Suçlamalı mıyım?

Suçlular mı?

Ya da kim suçlu?

Ya da bu suçmudur?

Bu soruların cevaplarını herkes kendi versin.

Herkes kendine, evladına, kız ve erkek kardeşine, ablasına ve arkadaşına baksın.

Ben suçumu kabul ediyorum.

İşte suçumu kabul ettiğim için diyorum ki; Toplumsal anlamda muhafazakarlığın artması, geçmişi İslamcı olan insanların kurduğu bir partinin iktidarda olması, Çankaya’da eşi başörtülü bir ismin olması, 2009 yılında yapılacak belediye seçimlerinde % 60 oy alınacak olması, Müslümanlığın bu ülke de yükselen bir değer olduğunu ispatlamaz.

İslamlığımızın ve Müslümanlığımızın sembolik olarak varolması da Türkiye’nin dönüştüğünü göstermez.

Semboller ve içi boşaltılmış değerler üzerinden yapılan tüm genellemeler ve değerlendirmeler, Türk toplumunun genel olarak gidişatına baktığımızda iddia sahibi Müslümanların küresel değerlere ve uluslararası sisteme entegre olduğunun bir ispatıdır.

Yeniden müslümanca düşünmek ve yaşamak üzerine denemeler yapmanın arefesindeyiz.

Umarım geç kalmamışızdır.

Devamını Oku...

Modernistler ve Örtünme

örtü, modernistlerin bir çok yönden taarruzuna uğramıştır. Mesela, ağızlarında geveledikleri laflardan birisi, "Atom çağında örtünme olur mu? Eller uzaya giderken bizim kadınımız kara çarşaflara bürünerek oturmalı mı?" sorusudur.

Taraflı veya tarafsız her aklı selim bu sözün saçmalığını takdir edebilir.

Acaba medeniyetin oluşumunda, bilim ve tekniğin ilerleyişinde, açıkta sallanan saçların, arzı endam eden vücutların herhangi bir fonksiyonu var mıdır?

örtülü bir kadını okul sıralarında gördüklerinde hemen rahatsızlanıyorlar. Adeta, ilim ve maarif alanlarına kötü niyetle girmiş çağdışı bir ilim düşmanını yakalamışçasına... öfkeyle atılıyor ve kin kusuyorlar...

Onların bu davranışlarının sebebi nedir? Acaba tıp bilginleri onlara örtünün, insan vücuduna ve beyin tabakalarına yaptığı korkunç tahripleri mi haber verdi? Yoksa psikoloji bilginleri örtünün insan ruhu ve karekterlerin üzerinde yıkıcı tesirler yaptığını mı keşfetti?

Hayır, hayır, gerçek sebep bunlardan hiçbirisi değildir. Kadınımızın örtüsüne ve namusuna saldıran bu beyefendiler tarih boyunca yetişegelen bir çok dahinin, örtülü, çarşaflı kadınların çocukları olduklarını, örtülü, çarşaflı bacıları ve örtülü çarşaflı hanımlarının yanında gelişimlerini sürdürdüklerini çok iyi bilirler.

Ve yine çok iyi bilirler ki bu devletin kuruluşu çarşaf üzerinedir. Bu devletin kurucusu örtülü bir annenin evladıdır. Vatanın her tarafı işgal altındayken, istiklal için canlarını feda edenler hep çarşaflı anaların kuzularıydı. Yine o çarşaflı analardı, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde direniş ruhunu canlandırıp körükleyen... Fransız gibi beş büyük istilacıdan birisini silkip atan Sütçü İmam uyanışı yalnız ve yalnızca bugün hor görülen Kara Çarşafların eseriydi.

Sonradan, islâm ruhunun tüm eserlerini üzerinden silkeleyip atarak güya modernleşen Halide Edip hanımefendi de o çarşafın himayesinde İstanbul meydanlarına atılmış, o çarşaflıların himayesinde şöhretine kavuşmuştu!..

O zaman iyiler hep vazife esnasında, silah başında ölmüşlerdi. Çünkü o gün kurbanlar verilmesi gereken bir gündü, iyiler vazifelerin yaparak bu dünyadan ayrılmışlardı. Sakallı gençler, sarıklı hocalar ve çarşaflı kadınlar... Geriye işgalden kurtarılmış ve inancın yaşanabileceği bir vatan bırakmanın sevinciyle gözlerini kapamışlardı.

Fakat, ne yazık ki geriye böylesi bir vatanla birlikte iyiden, fedakardan arınmış kuru bir toplum kaldı, ipler hepten vatanı silahla ele geçiremeyen garplı fikir sömürgecilerinin eline geçti.

işte o zaman haçlılar dişlerini göstererek, kalan çarşaflıların üstüne saldırdılar. Bacımızın hayatında yaşama mücadelesini veren islâm'a medeniyet düşmanlığı ismini taktılar, işte böyle oldu, bacımla medeniyetin ismi arasındaki ilk ilişki.

Yalnız ortada yanlış anlaşılan daha doğrusu saptırılan bir şey vardı. Bacımın reddettiği şey medeniyet ve tekamül değil, teknolojik devletlerin henüz üzerlerinden atamadıkları ortaçağdan kalma fikrî yobazlıkları ve haçlının karanlık ruhuydu.

Örtüyü çağdışı ilan eden şey de yine şimdinin modern görünen Avrupalının hristiyan taassubuydu.

Örtü denildiğinde modernistlerin aklına ilk gelen şey bir kaçıştır. Yalnız bu kaçış sadece toplumsal felaketlere yol açacak yasak ilişkilerden ve o ilişkilere giden yollardan kaçıştır.

Yoksa bu ne insanlardan, ne toplumdan ne de ilimden kaçıştır.

Her müslüman kadınının çevresinde baba, amca, dayı, kardeşler, koca ve kaynatadan oluşan oldukça kalabalık bir erkek kitlesi vardır.

Ayrıca gene onun çevresinde müslüman kadınlardan oluşan bir toplum vardır. Toplumsal ilişkilerini sürdürmek için kadının illa da erkeklerle muhatap olması gerekmez.

Gerek iş, gerekse ilim alanında kadınların kendi aralarında gelişme sağlamaları mümkündür. Yalnız kadınların bulunduğu iş alanları ve yalnız kadınların öğrenim ve öğretim yaptığı okullar her zaman ve heryerde olağandır.

Bunu kabul etmemek ve aralarında mutlaka erkeklerin olması gerektiğinde ısrar etmek kadınların tam bir insan olduklarını inkâr etmek manasına gelir ki bu islâm'dan önce cahiliyye dönemi insanına has bir tavırdır.

İlmi çalışmaların diğer bir yönü de müsait zaman meselesidir. Kapalı kadın evlendiğinde kocasıyla meşgul olmak ve ev işleri yapmak zorundadır. Arta kalan gayet geniş zamanında ise pek rahat bir şekilde ilmi çalışmalarla meşgul olabilir.

Açılan kadının ise bütün bunların dışında bir de kendisini erkeklere güzel bir görünün içinde arzetme ve onların beğenisini kazanmaya çalışma derdi vardır.

Böylece onun süse düşkünlüğü ve kocası dışındaki erkeklerle kurduğu ilişkiler hayatında oldukça kabarık bir yer işgal eder ve onun ilmi çalışmalar için ayırabileceği vakitleri sorumsuzca harcamasna yol açar.

Avrupa'da kadının bu tavrı neredeyse toplumun ayrılmaz bir parçası durumuna geldiği için kaybolan zaman pek dikkati çekmez. Fakat bu, değişim sürecine henüz giren Türkiye'de ve geri bırakılmış üçüncü dünya ülkelerinde en bariz çıplaklığıyla görülmektedir.

Açılan kadın vaktini dolduran bu sapık, faydasız ve fantazi işlerden dolayı ilmi çalışmalara çoğu kez hiç fırsat bulamaz.

Diğer bir mesele de kadınların, "Ben hür ve modern bir, insanım, örtünün daracık sınırları içine hapsedilememem, kara bir çarşafa giremem, dilediğim gibi soyunurum" demeleridir.

Bu söz de hürriyet kelimesinin anlaşamamasından doğan bir hezeyandır.

Hürriyet, basit sınırlarıyla belli haklardan yararlanmak ve toplumsal faaliyetlere katılabilmektir. Hür olmayan kişi ise hakları elinden alınmış veya toplumsal faaliyetleri sınırlandırılmış kişilerdir.

Evet, acaba örtünen kadın bu haklarından hangisini kaybetmiştir? Bir erkekle eşit şartlarda muhakeme hakkını mı, alım satım hakkını mı, okuma yazma hakkım mı yoksa ilmi, fikri, içtimâi hâdiselerle ilgilenip seviyesince katılma hakkını mı?

Hayır, İslâm, bu kitabın değişik konularında açıklandığı üzere bu faaliyetlerin tümünü belli ölçüler dahilinde serbest bırakmştır.

Yok eğer kaybedilen hak soyunma hakkı ise bu bir nimet değil mihnettir. Modernistlerin daima soyunmayı gündeme getirmeleri kadının hürriyeti hakkındaki bir endişeden dolayı değil sadece ve sadece her an şehvetlerini tatmin için uygun vücutları bulabilme, kadından diledikleri gibi yararlanabilme arzusudur.

Kadına İslâmî ruh verilip örtüsüne büründürüldüğünde şüphesiz bu şehvet düşkünlerinin menfaatları engellenmiş olacaktır. Kadın çırılçıplak vücuduyla herkesin kullandığı bir paspas kadar adileşmeyecek, inkarı imkansız olan bu ihtiyacını giderirken bile bir kişiliğe büründürülecek korunma altına alınacaktır.

Kara örtü denilen siyah çarşaf ise bir esaret zinciri değil, bilakis bir hürriyet fermanıdır. Kadın çarşafına sahip olduğu müddetçe istiklalini elinde bulunduruyor, hürriyetini ve müstesna değerlerini muhafaza ediyor demektir. Örtüsünü kaybettiği anda ise değerini yitirir, bayağılaşır ve zavallılaşır. Her göz tarafından herkesin kullandığı bir mendil gibi süzülür. Her kol onun yegane değeri olan vücuduna uzanır. Her sarhoş vücut ondan dilediğince kâm alabilir.

Bütün bu sömürülüşünün ardından ona da habire hür olduğu inancı empoze edilmeye çalışılır...

örtünen kadın korunan bir mücevher gibidir, değerlidir. Açılan kadın ise saçılan çakıl taşları gibidir. Saçılma sebebi çiğnenmektir ve serapa çiğnenir.

Bazı kadınlar da örtünmekten sıkıldıklarını ileri sürerek açıklıklarına mazeret bulmaya çalışırlar.

Bu psikolojik bir haldir, insana ait bir zaafdır, geçerli bir mazeret değildir. Bütün insanlar ilk karşılaştıkları şeyden evvela sıkılır veya rahatsız olurlar. Bu sıkıntı bir süre sonra kendiliğinden geçer. Sonuçta da bir kuruntudan ibaret olduğu anlaşılır.

Aynı şekilde çocukluğundan beri örtünmeye alışmış bir kadın için de açılmak sıkıcıdır. Hatta bazı müslüman kadınlar saçlarından bir tel gözüktüğünde hiç kimse kendilerini görmüyor bile olsa sanki dünyanın gözleri kendi üstündeymişcesine kızarır, bozarır ve ezilirler.

Bu durumda, örtünmek mi sıkıcı yoksa örtünmemek mi diye düşünülebilir. Fakat görüldüğü gibi sıkılmanın aslı örtünmek veya örtünmemek olmayıp basit bir alışkanlık meselesidir.

Kapanmaktan sıkıldığını söyleyen kadın eğer örtünmeye karar verirse örtündükten bir süre sonra açılmaktan sıkılmaya başladığını görecektir.

O halde bu sıkılış basit bir psikolojik hastalıktır ve hemen tedavi edilmesi gerekir.

Diğer bir kısım kadınlar da yaz günlerinin sıcak güneşi altında o kalın örtülere nasıl tahammül ederiz diye itirazı patlatırlar.

Evvela şunu belirtelim ki çarşaf sanıldığı kadar kalın olmayıp bir mantodan ve bir ceketten çok daha ince ve hafiftir.

Şimdi şöyle düşünelim. Güneşin altında acaba, örtünen kadın mı daha çok terler, yoksa çıplak kadın mı?

Çıplak kadının vücudu güneş ışınlarının doğrudan doğruya muhatabıdır. Örtünen kadında ise güneş ışınları evvela örtüye çarparak tesirini kaybeder, daha sonra da zayıflamış olarak içeriye nüfuz eder.

Sıcaklık açısından ışınların ilk temas ettikleri yüzeyle ikinci yüzey arasında yüzde elliye varan büyük bir fark vardır.

Kandaki sorumuzu, güneşli bir havada acaba, açıkta olan mı çok terler, yoksa gölgelikte oturan mı diye de sorabiliriz. Bu ve öteki soru arasında ne şartları ne de sonuçlan bakımından hiç bir fark yoktur.

Hakikaten de çarşaflı kadın çıplak kadına oranla gölgede oturanın açıkta oturana oranındaki gibi çok az terler.

Çevrenizde ufak çaplı bir araştırma yaptığınızda kolu, başı ve bacağı açık kadınların terden su kesilmelerine karşın örtülü ve özellikle çarşaflı kadınların gayet rahat olduklarını tesbit edebilirsiniz.

Burada çarşaflı kadının mantolu kadına olan avantajı da iyice dikkati çekecektir. Birçok parçalardan oluşmuş elbiselerde terleyecek yer sayısı oldukça fazladır. Ayrıca, eşarbın bağlandığı, eteğin büzdürüldüğü tutma yerleri de tahammül edilemez derecede insanları rahatsız edecektir.

Çarşaf işe tüm bu sıkıntılardan azade, ideal bir elbisedir. Sıcağı altına geçirmez. Diğer elbiseler gibi vücutta bazı yerleri sıkarak anormal derecede rahatsız etmez. Üstelik en ufak rüzgarlardan bile faydalanmaya müsait bir yapısı vardır. Rüzgarlar kolayca çarşafın uçlarından girerek kadını ferahlatırlar.

Başını açan ve saçlarını gösteren bir kadın, muhataplarını saçlarına davet ediyor demektir. Onunla karşılaşan ilk kişi evvela saçlarına bakar. Vücudundaki diğer açık yerlerin durumu da böyledir.

Karşısındaki erkek, ne kadar namuslu ve nefsine hakim veya temiz kalpli (!) olursa olsun, önünde kendisini sergileyen bir kadın karşısında değişik şeyler düşünmekten kendini alıkoyamaz.

Gözü meşgul eden bu organlar bizim kadının asıl hüviyetine inmemizi, onun ruhunu, duygularını anımamızı engeller.

Kadın, gözümüzde şehvetleri tatminden başka bir işe yaramayan bir mahluk olarak basitleşir hatta hayvanlaşır.

Artık kadınla erkek arasındaki akli ve duygusal tüm bağlar kopmuş, kadın erkeğin bakışları altında yahut kollan arasında insanlıkla ilgili tüm değerlerini yitirmiş olur.

Akıl, ruh, duygu, düşünce, Allah, ahıret gibi değerler çiğnenip iş sadece şehveti tatmine döküldüğünde o kadın ve erkeğin bir hayvandan farkı ne olabilir. Maksadı sadece şehvetini tatmin etmek olan bir erkeğin nazarında kadının bedenî çekiciliğinin dışındaki diğer değer ve duygularının ne ehemmiyeti kalır.

işte erkeği bu adi duruma düşürecek olan kadının soyunması ve bedenini ortaya koyarken diğer tüm değerlerini geriye atmasıdır.

Örtülü bir kadının ise ilk bakışta insan olduğu göze çarpar. Onun çıplak kadında olduğu gibi erkekleri duygu ve düşüncelerinden insanî hasletlerinden uzaklaştırıp hayvani hislere götüren uzuvları görülmez.

Onu gören bir erkek, şehvetten ârî olarak insanlık üzerine düşünür. Böylece insan düşüncesinin ve ruhunun tekâmülü sağlanmış olur.

O halde hür olan açılan kadın mıdır yoksa kapanan kadın mı?

Açılan kadın erkeklerin gözleriyle dört bir yandan kuşatılır. O her an, kendisini şehvetle izleyen gözlerin tarassutu altındadır. Bu tarassut altında kadın çeşitli komplekslere kapılır. Şirin, sevimli veya asil ve vakur veya oynak ve tatlı görünmek için garip tavırlar takınabilir. Zamanla gülünç düşebilir. Kapalı kadın ise her tarafını örten çarşaf sayesinde gözlere muhatap olmaz. Onların ısrarlı bakışları karşısında tabiiyyetini yitirmez. Bilakis o, çevresine hakimdir. Vücudunun erkek bakışlarına arzedilen yeri pek az olduğu için beğenilme telâşesine düşmez. Kolaylıkla asil ve vakur hareket edebilir.

Kapalı kadın, duygu ve düşüncelerine, efkârına ve sözlerine hakim olmakla uğraşırken o, bu asil vecheden uzaklaşacak, saçlarının parlaklığı, vücudunun çekiciliği, gülüşünün şuhluğu ve jestlerinin orjinalliği ile uğraşacaktır.

O, açılarak hür olayım derken beğenilmek, alınmak ve kullanılmak için kendisini sergileyen basit bir eşya mevkiine düştüğünü anlamayacaktır.

İşte açılan kadınla kapanan kadın arasındaki asalet farkı burada meydana çıkar.

Kadın ve erkek karşıt cinslerdir. Birbirleriyle yakınlık kurmaya, ilişkide bulunmaya ihtiyaçları vardır.

islâmiyet bu ihtiyacı en iyi takdir eden bir dindir. Bu sebeple hristiyanlıktaki gibi cinsel ilişkiden soyutlanmış bir rahip ve rahibeler sınıfını yasaklar.

Erkek kadın ilişkisinin olması gerektiğini vurgular. Fakat bu ilişkilerin günlük oyalanmalardan çıkarak hayat boyunca düzenli ve sukûnetli bir şekilde yürümesi, ruhî ve psikolojik bozukluklara meydan vermemesi için belirli sınırlar koyar.

Hem erkek, birden dörde kadar kadınla ilişkide bulunma hakkına sahiptir. Bu ilişki bir anlık ve sadece şehevi olmayıp hayat boyunca, duygusal ve asilanedir.

Allah, kulunu yaratmış ve bu ölçüleri kendisine bildirmiştir. Böylece islâm toplumunda istikrarlı bir aile ve toplum düzeni oluşmuştur.

Şeytanın çağdaş askeri olan tağutlar ve sermaye sahipleri ise emellerine daha kolayca varabilmek için insanın bu zaafını kullanmışlardır.

Erkeğin kadına karşı bir eğilimi vardır. Müslüman erkek ona şer'i izin ölçüsünde yaklaşır ve kendisini tatmin eder. İnançsız erkek ise bu sınırı aşmak ve kadınla sorumsuzca ilişkide bulunmak ister.

Açık ve çıplak kadın erkeğin bu arzularını fazlasıyla tatmin eder. Normal, nefsine hakim olamayan bir insan hiç bir şey düşünmeksizin ona temayül eder.

Sermaye sahipleri onun bu zaafından istifade etmeyi çok iyi bilirler.

Piyasada, tüm boyutlarıyla kadını ambalaj resmi yapan her mal diğerlerine nazaran çok daha avantajlı olarak görünür, içinde yarı çıplak bir kadının tezgahtarlık yaptığı mağaza sihirli değnekler dokunulmuşcasına hareketlenir ve çalışmaya başlar.

Tüketim eşyalarında olduğu gibi basın yayın sektöründe de bu böyledir. Yer yer şehevi konulara değinen her eser kısa zamanda baskı tekrarlar, içinde çıplak kadın tasvirlerine, aşk sahnelerine yer veren kitaplar ısrarla aranır.

Bu, yavrusunu göstererek anaç güvercini yakalamak gibi adice bir avlanmadır.

Erkeğin kadına karşı olan ezeli zaafından yararlanılırken hiç bir savunucusu olmayan zavallı kadınlık insafsızca sömürülür.

İşte bu kapitalistler, kendilerine olağanüstü kâr sağlayan bu reklam usulünün meşru kalması için örtünmeyi öneren faaliyetlere süratle tepki gösterirler. Soyunan kadınları ödüllendirmekte bir an bile tereddüt etmezler.

Burada kadın vücudu ve erkeğin hisleri sömürülmektedir. Böylece açılmak isteyen daha doğrusu açılması kendisine bir zorunluluk gibi empoze edilen kadın şeytan ruhlu kişilerin ihtiraslarını tatmin uğrunda insani tekamüle gem vurulmasına alet edilir.

Açılınca hürleştiği zannına kapılan kadın esasında insanlığın sükutuna sebep olarak, bu iğrenç oyunun bedbaht bir piyonu olmaktadır. Bu, düşünen ve hisseden bir insanın asla yüklenemiyeceği ve şerefine yakıştıramayacağı adi bir zilletin

Sonuç olarak, acaba soyunmak kadının toplum içerisindeki değerini, ona olan saygıyı artırmış mıdır?

Evet, hakikaten de ilk basıkta görülen odur ki kadına olan ilgi çok daha artmıştır. Genç erkeklerimizle genç kızlarımız oldukça yakınlaşmış, aile toplantılarında artık haremlik ve selamlık problemi ortadan kaldırılarak kadın ve erkeklerin rahatça birbirlerini görebilmeleri mümkün kılınmıştır.

Bu hür karışım sonucu insanların diğer konularla ve sanat alanlarıyla alakası kesilmiş herkes, kadının cinsel özelliklerinden bahsetmeyle başlamıştır.

Resim ve heykelcilikten dışında her sanat kalkmış, her yeri kadının vücudu ve uzuvları kaplamıştır. Musiki ona olan hasreti terennüm etmeye başlamış, edebiyatçılar, onun boyutlarından sözetmeyi sanat edinmiş, gazeteler hep onunla ilgili haberleri basmaya, onun çıplak boy resimlerine tam sahifeler ayırmaya başlamışlardır.

Erkeklerin düşünce ve hayallerinden başka her şey silinmiş, televizyonda, gazete sahifelerinde ve romanlarda okudukları sahneleri gerçekleştirmekten başka bir şey düşünemez olmuşlardır.

Bu arada kadın hiç durmaksızın soyunmaya, erkekleri tahrik etmeye, onların iştahlarını açmaya devam etmiştir, insan bu tasvire baktığında, işte kadınlık zirve dönemini yaşıyor demekten kendisini alamıyor.

Fakat hakikat kadının hürriyetin zirvesinde oluşu değil, erkeğin onu sömürmenin zirvesinde oluşudur. Onun vücudundan her erkek her zaman yararlanabilmekte fakat buna mukabil ona hiçbir şey vermemektedirler.

Üstelik ona olan bu ilgi sadece genç ve güzel olduğu sürecedir. Biraz ihtiyarlayıp çirkinleştiğinde tamamen gözden düşmekte kimsesizliğe itilmektedirler. Bir zamanlar dünya güzeli olarak herkesin ilgilendiği kadınlar, ihtiyarlayıp güzelliklerini yitirdiklerinde köşelerinde yalnız başına sefalet içinde ölüp giderken kimse onların yüzne bakmamış, dertleriyle ilgilenmemiştir bile.

Demek ki bu çağda insanlığın ilgisi kadının başka hiç bir şeyine değil sadece vücudunadır. O da ancak eskiyip pörsüyünceye kadar.

Biz ise örtüyle kadına bu değerlerini öyle pervasızca ortaya sermemesini, şahsiyetini muhafaza etmesini ve erkekle kendi değeri bitinceye kadar değil hayat boyu aynı statüde sürecek bir birlik kurmasını tavsiye ediyoruz. İslâmî sistemde kadın ölünceye kadar kocasının hanımıdır. Kadına ilginin arttığı bu beşeri sistemde ise şehvetler tatmin edilinceye kadar!...

Devamını Oku...

Başörtütülü Gazeteciyi Tartakladılar


Cumhuriyet Gazetesi önünde toplanan grup, Tuncay Özkan'ın gazete binasına girmesiyle görevini yapmaya çalışan Yeni Şafak muhabiri Zeynep Çifçi'yi tartakladı.

Çifçi, Tuncay Özkan'ın fotoğrafını çekerken başörtülü olduğu gerekçesiyle kalabalık tarafından yuhalandı. Daha sonra öfkeli birkaç kişi fotoğraf makinesine vurarak muhabirin işini yapmasını engelledi. "Şerefsiz, kafandaki donu çıkart" deme cürrretini gösterdiler.Grup içinden bir kişi ise muhabire bağırarak hakaret edip Çifçi'yi tartakladı. Basın mensupları da olaya tepki göstererek Zeynep Çifçi'ye destek oldu.

tevhidhaber

Devamını Oku...

21 Mart 2008 Cuma

Onların Öyküsü

(Başörtüsü zulmüne maruz kalanlar anlatıyor)

http://alpha7.ankebut.net/files/video/belgeseller/Onlarin_Oykusu_01.rar

http://alpha7.ankebut.net/files/video/belgeseller/Onlarin_Oykusu_02.rar

şifre:www.ankebut.net

Devamını Oku...

Kanayan Yara Başörtüsü

Devamını Oku...

Örtünme Çağrısı (Video)

Video dosyalarını çok daha hızlı ve sorunsuz indirebilmek için flashget programını kullanınprogramı bu adresten indirebilirsiniz : http://down6.flashget.com/fgf173.exe-



ÖRTÜNME ÇAĞRISI - Yüksek Kalite (Önerilen-156mb)




Düşük Kalite (58mb)




Alternatif Link:Bazı internet explorer'larda yukarıdaki linkler açılmıyor yukarıdaki linki açamayanlar



bu linkten girip açılan sayfada ortunme_cagrisi_w.wmv isimli dosyanın üzerinde sağ tuş yapıp farklı keydet derseniz dosyayı indirmeye başlar.

Devamını Oku...

Müslüman Öğrenciler Birliği Direnişi Sürdürüyor (Foto)


Sakarya Üniversitesi Müslüman Öğrenciler Birliği adına bayan ve erkek öğrenciler kampus önünde başörtüsü yasağını 4. gününde protesto etti. Ciddiyetlerini ve azimlerini korudukları gözlenen öğrenciler, hiç kimse seslerini duymamasına aldırış etmeden tepkilerini göstermeye devam ettiler. Kampus önünde 4 saatlik protestolarını, Sakarya türküsü, istiklal marşı şiiri ve Rahman Suresi okuyarak sürdürdüler. Sakarya üniversitesi senatosundan karar çıkartamayan Rektör Mehmet DURMAN’ın anayasaya aykırı olan keyfi uygulamasını protesto eden öğrenciler şu dövizleri taşıdı.


“Rektör müsün, diktatör mü?”
“Senato kararını açıkla”
“Yasakçılar yenilecek, Direnenler kazanacak!”
“Zulme (rektöre) karşı omuz omuza”
“Bacımın örtüsü batmakta rezilin gözüne
Acırım tükrüğe, billahi tükürsem yüzüne”

Üniversite kapı önünde toplanan bayan öğrencilere, bunlardan yarım saat sonra, ellerinde büyük çapta bir başörtüsü taşıdıkları gözlemlenen, “Allah’ın emri engellenemez”, “Zulme Karşı omuz omuza” sloganlarını atarak desteğe gelen SAÜ Müslüman Öğrenciler Birliğini oluşturan erkek öğrenciler yaptıkları açıklamada Müslümanlar arasında kurumsal ayrımların yapılmaması gerektiğini, kurumlarımıza saldırarak oluşturmaya çalıştıkları tefrikanın olmayacağını, bu oyuna gelmeyeceklerini dile getirdiler. Basın mensuplarına yapılan açıklamada SAÜ Müslüman Öğrenciler birliği’nin ümmetin vahdetine misal teşkil etmesi gerektiğini söyleyen bir öğrenci, “Görünürde farklı kurumlar içinde yer alsak da, İslam çatısı altında tek bayrak, tek ideal uğrunda birlikte yaşamaya devam edeceğiz” dedi.

Sakarya Adalet Girişimi’nin destek ziyaretini alkışlarla ve sevinçle karşılayan öğrencilere girişim adına açıklama yapan Serdar DUMAN, kendisinin de Sakarya Üniversitesinde görev yapmış olan eski bir öğretim görevlisi olduğunu, direnen bacıların direnişlerinin kırılmaması gerektiğini, direnenlerin her zaman yanında olduklarını ifade etti. Sakarya Adalet Girişimi mensupları alkışlarla eylem yerinden ayrıldılar.


Öğrenciler aynı zamanda ”Allah’ın emri engellenemez”, “Senatodan geçemedi, zulmü rektör istedi”, “Üzülme, gevşeme, Allah bizimle”, “Direne direne kazanacağız”, “Yaşasın başörtüsü direnişimiz”, “Uyan, Diren, Özgürleş” şeklinde sloganlar attılar. SAÜ Müslüman Öğrenciler Birliği, onur ve erdem sahibi herkesi, Türkiye’deki üniversitelerde haksız olarak sürdürülen başörtüsü yasağını protesto etmeye davet etti.










Devamını Oku...

Ağlama Karanfil


aglama karanfil - basörtü magdurlara - MyVideo

Devamını Oku...

Çocuklar Harika Bir Klip

Devamını Oku...

Başörtüsü takanlar ve başörtüsüne takanlar

İskilipli Atıf Hoca "Frenk Mukallitliği" isimli kitabından muhakeme edilirken, hâkim diyor ki: "Hoca, bir metre bez için bu kadar ısrara gerek var mı?"

Atıf Hoca direkte dalgalanan bayrağı gösteriyor, diyor ki: "Hâkim bey, şu bayrak da iki metrelik bir bezdir. Yırtıp atabilir miyiz?"

İşte o bayrak nasıl ki bizim istiklalimize alâmettir, başörtüsü de kadının istiklaline alâmettir.

Nasıl ki bir hanım başı açık okuluna girebiliyor, başı örtülü hanım da okuluna girebilmeli. Buna izin verilmemesi, insan haklarıyla, özgürlükle bağdaşmaz!

Almanya Köln'de "kadının özgürlüğü" isimli bir konferans tertip edilmişti. Konu şu: Müslüman kadınlar başlarını zorla mı örtüyorlar, yoksa kendi istekleriyle mi örtüyorlar?

Sosyalistler, kapitalistler, papazlar, hocalar... Hepsi, hepsi sırayla konuştular? Bir genç hanım söz istedi, dedi ki: "Ben Alman'ım. Ziraat mühendisiyim. Başımı örtmekten çok memnunum. Kadın, birilerinin zevkine kurban edilmemelidir. Neden bizimle meşgul oluyorsunuz da, şortla gezen Alman kadınlarıyla meşgul olmuyorsunuz?" Kadının bu konuşması paneli bitirdi.

Bana göre Avrupalı, başörtüsünü görünce Osmanlı'yı görüyor! Osmanlı'nın gelmesinden korkuyor! Osmanlı devleti gökten inmedi. Osman Gazi isminde bir adam, Osmanlı devletini kurdu. Başörtüsünden korkanlar da böyle düşünüyor. "Başörtüsü, Türkiye'yi Osmanlı yapmaya yetebilir!" İnsanlar, Avrupavâri yaşayabilmek için, Avrupa'yı istiyor.

Bugün bir kız üniversiteye başörtülü girse, şeriat mı gelmiş olur? Bu bir korkudur. Korkulan, şeriat değil, dindir.

Türkiye'de devlet adamları teferruatla çok meşgul oluyorlar. Hâlbuki Amerika'da tahsil yaptığım sıralarda, Almanya'da çalıştığım sıralarda gördüm ki, gerek Amerika gerekse Almanya, teferruattan çok memleketin ekonomisini nasıl düzeltebiliriz, memleketin sosyal yapısını nasıl daha iyiye götürebiliriz, dünya politikasında daha güçlü nasıl olabiliriz, bu meseleler üzerinde duruyorlar.

Ne yazık ki, Türkiye'de başörtüsü meselesi fazla büyütülüyor. Devlet, başörtüsüne bakmamalı, başın içindeki ilme bakmalı. Bilkent'e, Ortadoğu Üniversitesine giden kızın kafasının içinde fizik var, kimya var, cebir var, geometri var, bilim var! Ve bu kızlar derslerinde başarılı. Başörtüsü, fiziği öğrenmeye mani değil. Fiziğin formülleri gelip başörtüsüne çarpıp da yere düşmüyor; kızın kafasına girebiliyor.

Ekonomimizi daha iyiye nasıl götürebiliriz, sosyal imkânlarımızı nasıl geliştirebiliriz, dünya politikasında ağırlığımızı nasıl koruyabiliriz; mesele budur!

Hekimoğlu İsmail

Devamını Oku...

TÜRBANDAN KAÇANLARA AÇIK MEKTUP

Siz her ne kadar tek cümlesini kesip manşetlerinizle ısıtmaya çalışsanız da Prof. Şerif Mardin, türbanın üniversite öğrencilerine serbest bırakılması gerektiğini söylüyor, başka profesörler de.

Evet, aynı inanca sahip erkekler rahatça okurken, türbanlı kızların siyasi simge denilerek kapılardan çevrilmesini, evlerine hapsedilmesini, meslek sahibi olamamasını alkışlamak mümkün değil. Evet, insan hakları ihlali söz konusu. Cinsiyet ayrımcılığı da cabası. Elbette hak ve adalet duygumuz da zedeleniyor. Toplumsal algının bütünlüğü adına türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını savunuyoruz doğru. Ama hepsi bu kadar değil. Farklı boyutları var. Diyorsunuz ki: "Türban serbest bırakılırsa, türbanlılar Müslüman değil misiniz gerekçesiyle başı açıkları üniversiteye almayacak." Böylesine kesin bir veri bu sizin için. İddia bile değil. İnfaz. İnsanın iç dünyasının, kalbinde olanın hükmünü vermek kimseye düşmezken, o insanın niyetini okumakla kalmayıp koskoca bir topluluğu bir genellemeye indirgiyorsunuz. Dünyaya hangi tanımlarla esir düştüğünüzü görmüyor musunuz? Tanımadığınız biri için yaptığınız her tanım öncelikle sizi kendi dünyanıza hapsediyor. Öte yandan "türban serbest olursa başı açıklara mahalle baskısı uygulanacak, yakında türbansız öğrenci kalmayabilir" derken, bizzat sizin bu hükmünüz 'mahalle baskısı'ndan çok daha öte bir baskı oluşturmuyor mu? Tam da sivil bir anayasa hazırlandığı şu günlerde?

"Türban masum inanç gereği bir örtünme değil, siyasi simge" diyorsunuz. Bu yargı mesela, masum bir inançtan ne anladığınızı iyice ele veriyor doğrusu. Sizin için inanç yalnızca gizemli bir zevk unsuru, kişisel hazza yönelik bir tüketim metaı anlamına geliyor. Söyledikçe içeriğini yitirecek, genleriyle oynanmış, yıpratılmaya açık alelade bir kelime belki de sizin için. 'Masum' tanımıyla pekiştirmeksizin kullanamıyorsunuz inanç kelimesini. Bu da sizin inancınızdır, kimse bir şey diyemez. Ama söyleyin: Eylemle sınanmayan bir niyet gerçek olabilir mi? Ya sorumluluk almadan inanmak nasıl mümkün olabilir? Sevdiğiniz biri için kılınızı kıpırdatmadıktan sonra onu sevdiğinize nasıl inandırabilirsiniz kendisini? Türbanın, kendini geleneksel ve taşralı büyüklerinden ayıran kadınların örtünme biçimi olduğunu, sayılarının zaten bu kadar çok olduğunu, şimdilerde sizin yakınınıza geldikleri için daha 'görünür' olduklarını bir türlü anlamak istemiyorsunuz. Bu stili beğenir veya beğenmezsiniz ama kendi vehimlerinizden güçlü bir 'siyasi imge' yaratabileceğinize niye bu kadar şartlanmışsınız? Şehir, tüketim, üstün zevkler, steril değerler, birtakım 'süslü' erdemler salt sizin yaşam alanınıza mı ait olsun istiyorsunuz? Hayatı nimet ve külfetleriyle bir bütün olarak paylaşmaktan niye bu kadar korkuyorsunuz?

Saraybosna'ya, İsfahan'a, Halep'e, İskenderiye'ye, Şiraz'a, Şam'a, Beyrut'a, Amman'a bir bakın. İster daha doğuya, ister batıya, güneye gidin. İslam oralarda şehirlerden çekilmediği, taşraya hapsedilmediği için, alt sınıflara terk edilmediği için kadınların vücut dillerine türbanın nasıl yansıdığına tanık olun. Onların dünyayla ve kâinatla kurdukları ilişkiye, medeniyetle aralarındaki görünür ve görünmez bağlantılara eşlik edin. Örtüyle kadın arasında hışırdayan kadim ilişkinin metafizik boyutlarını sezmeye çalışın. Baktığınız her türbanlıda bir Taliban prototipi görme kararlılığıyla hangi kültürün farklılıklarına varabilirsiniz?

Örtünmenin nefsi yok eden değil, nefsi insanın kendi denetimine emanet eden özgürleştirici boyutunu anlamak için İslam'ın kalbinde yüreğinizin atması hiç gerekmez. Hak vermeniz de gerekmez elbette. Yalnızca bir merak, bir anlama çabası gerekiyor size. Çünkü insan bilmediği şeyden korkar. Bugün emperyal devletlerin en güçlü dayanaklarından biri olan 'İslam korkusu' siyasetlerinin tuzağına bu kadar rahat düşmezdiniz daha güçlü bilgi sahibi olsaydınız. Zamanın ruhuna dünyanın her tarafından asırlardır kendi metaforlarını taşıyan örtünme biçimlerini getirip Türkiye'ye mahsus bir siyasi simge tanımına sıkıştırmak ne kadar da küresel bir yanılgı?

Kamusal alan diye yaptığınız tutarsız tariflerin hiçbir yaşam pratiği olmadığı halde (sağlık kuruluşu veya sokaklar bir kamusal alan değilken yüksek eğitim kuruluşları veya Meclis olabiliyor), siyaset bilimine ait çoğulcu bir tanımı, sosyolojinin tüm imkânlarını inkâr ederek kendi dağarcığınıza uygun olarak yeniden ürettiniz. Kamusal alan bu ülkede bir avuç seçkincinin 'özel mülkiyeti' midir? Sadece size ait bir yaşam algısında, size benzedikleri oranda var olma hakkı tanıdığınız insanlardan daha ne kadar soyutlanacaksınız? Sizin gibi olanlar mı siyaset yapmaya, okuyup 'adam' olmaya layıktır? Öteki ile kamusal alanda beraber olmayacaksanız nerede olacaksınız ki?

"Türbanlılar gelip başı açıkları da kapatacak" diyorsunuz. Mesela bunu nasıl yapacaklar hiç düşündünüz mü? Bir totaliter devlet kurmaksızın, ellerine silah almaksızın, teker teker türbanlılar bunu nasıl yapacaklar? Bir zamanlar sizin onları açmak için kurduğunuz ikna odalarına sizi soksalar inandırıcı olur muydu? Bazı türbanlı öğrenciler bir araya gelip çete mi kuracaklar, organize suç örgütü mü oluşturacaklar sizi zorla kapatmak için? Anayasa maddelerini bir bir çiğnerken de yargı mercii müdahale etmeyecek mi onlara? Bu ülkede askerî darbe olasılığı, türbanlıların başı açıkları zorla kapatmasından daha mı düşüktür, daha mı yüksek?

Türbanlıların bireysel baskı uygulayarak açıkları örteceğinden korkmak, İslam'a ait en basit terminolojiden bihaber olmaktır. Öte yandan bu nasıl bir niyet okumadır ki? Eğer peşin hüküm ve önyargılar bir insanın gelecekte nasıl davranacağına dair yeterli bir veri oluştursaydı, birbirimizi tanımak, anlamaya çalışmak, ilgi duymak, ilişki kurmak gibi insani yaklaşımlara gerek kalmazdı. Peşin hüküm kaskatı bir yumaktır ve insanı tek bir zaman kipinde taşlaştırır. Onun iradesini, kaderini, arzularını, değişim ve dönüşümlerini, hayallerini elinden alır. Onu kaba bir genellemeye indirger. Kaba genellemeler kısa yoldan bizi her zaman haklı olmaya, hakkı hep kendimize atfetmeye götürür. Haksızlığı ise hep öteki'ne mal ederiz. Bunun adı her dilde faşizmdir. Hakkı salt güçlü olana atfetmek, adalet duygunuzu zedelemiyor mu?

"Başörtüsü ninelerimizden beri takılıyor kimse de karışmıyordu, hiçbir sorun da olmuyordu" diyorsunuz. İstiyorsunuz ki, moda diye bir kavram sadece sizin giyinme biçiminizi değiştirsin, yalnızca sizin için etek boyları, pantolon paçaları genişlesin, darlaşsın, ama başkaları seksen yıl öncesinin giyinme biçimiyle kendini ifade etmeye çalışsın. Bu mudur hak? İhtiyarlardan daha iyi bildiğiniz şeyler sizin icatlarınızdır. Ruhu siz icat etmediniz. Ne de bu dünyayı. Suyu, toprağı, ateşi burada buldunuz yalnızca. Unutuyorsunuz. Hep 'dogma dünya' olsun istiyorsunuz. Kendi yarattığınız putlara taptığınız, kendi vehimlerinizi çoğalttığınız, salt kendi doğrularınızı 'evrensel değer' diye kutsamaya kalktığınız o dogma dünyada başkalarının ruhuna neden acaba sığdıramıyorsunuz takma kanatlarınızı? Haykırıyorsunuz şimdi. Etek boylarında, göğüs dekoltelerinde sizin ölçütlerinize endeksli mutlak bir uzlaşı sağlansın istiyorsunuz. Cumhuriyetin en temel kazanımları sizin algınızda tektip bir kadın görüntüsüne hapsolsun. Hep böyle kalsın. Bunun için mi kazandık Kurtuluş Savaşı'nı tesettürlülerle, hocalarla, imamlarla hep beraber? Ve şimdi sizin zihin ve kalplerimizde keskin bir bıçak darbesiyle bizleri iki cepheye ayırma çabanıza rağmen sabırla yaşatmaya çalışıyoruz cumhuriyeti, 'bütün' kalmaya çalışıyoruz vesselam.

Devamını Oku...

Yeşil başörtüme siyah bone taksam olur mu?

Anne rock müzik dinlemek günah mı? Yeşil başörtüme siyah bone taksam olur mu? Bu sefer kelebek mi bağlayayım yoksa bluzumun içine mi koyayım başörtümü...

Bu renk makyaj açmamış başörtünü, pastel tonlar kullanmalıydın.Rock dinle ama başını çok sallama, ne o öyle zikir çeker gibi... düşük bel eteğin üstüne degaje yaka mor bir süveter gider değil mi? Hayatım iki hafta oldu değiştireli parfümümü fark etmedi bile! Ben sana söylemiştim şu pahalı olan parfümü al daha kalıcı olur diye.. Bu saç spreyini sıkıyorsun başörtün kalıp gibi oluyor, gün içinde hiç bozulmuyor. Msn de tanıştık, yüz yüze hiç görüşmedik ama yıllarca tanıyor gibiyiz birbirimizi ve ciddi(!) düşünüyoruz, caiz mi bu durumumuz yoksa engelleyip sileyim mi onu...

Çocuklarımızdan, en yakınlarımızdan bazen kendimizden yükselen bu çetin sorular, bu absürd dialoglar hangi sürecin meyveleri? Hiç düşündük mü? Alnı belki de hala aynı seccadede secdeye değen bizler sadece aşınan seccadelerimizi mi koruyabildik, biz belki bir namaz vaktinde iken, ya da tesbihat çekerken birileri geldi ve bizden habersiz her şeyimizi çaldı ve yerine bu suni bu yapmacık hayatı mı bıraktı? Kimi suçlayabiliriz... Kimliğimiz sorulduğunda hemen hemen hepimiz hiç de tereddütsüz tek nefeste "Müslüman" diye tanımlıyoruz kendimizi, ama şöyle bir bakınca bir yerlerde ters giden bir şeyler olduğunu hissetmemek mümkün mü?

Biliyoruz..

21. yüzyıl müslümanıyız , belki de kullandığımız jargon kendimize atfettiğimiz ''dindar'' yaftası aslında bizim görüntü resmimiz, msn kutucuklarında kendimizi ifade etmek amacı ile kullandığımız bir avatar ve nefsimizden çok uzak, kimbilir! Bu satırlar ürküttü değil mi bizi...

Popüler İslam gençliği...

Ve gençler...

Neslin ne denli çağa entegre olduğunu belki de en iyi onlara bakarak anlamak mümkün, 20 yıl önce doğan genç delikanlılar, hanım kızlar.

Adları, mücahid yasir, sümeyye, sevde, fatımatüzzehra olan bu genç hanım ve delikanlılar adları ile kendilerine yüklenen ağır misyonun ne kadar farkında, isimleri ile sembolize edilen kahramanların ne kadar yakınında? Orta sınıfın üzerinde bir aileye mensup müslüman, imam hatipli delikanlı(!) son model jipi ve seçkin arkadaşları ile sabah ezanında eğlence mekanlarından evine pekala dönebilmekte ve bunda gayri ahlaki hiçbir tutarsızlık görmemektedir, bir şehir efsanesi haline gelen "fethi paşa korusu" hikayelerine burada değinmeye, çoğumuzu demoralize etmeye çok de gerek yok herhalde...

Hayatımızın tam merkezine damdan düşer gibi gelip kurulan internetle tanışan muhafazakar gençlik, ne yazık ki ilerleyen süreçle bu bilinci de layıkıyla oturtamayacak, insani ilişkileri bu minvalde sürdürecek, bu sanal ortamlarda kavga edip, burada aşık olacak, burada ayrılacak,burada evlenecektir..

Oysa dışımızda devam eden dünyada en yakınımız Ortadoğu'da insanlar hala dini, namusu, vatanı için canını vermeye devam edecek, bizlerse evlerimizde bir belgesel tadında izleyeceğiz bu trajediyi..Bir de bu çelişkinin yükü yüklenecek omuzlarımıza, dinleri uğruna cihat eden insanları gördükçe içimizden kimileri utanacak bu da iyi bir gelişme olarak yazılacak yenilgi hanemize....

Türkiye'de Müslüman değişti, değişmeye devam ediyor. Tesettür defilesi adıyla, kendini sunan dışı iğreti bir biçimde yakışıksız kapatılmış, aslında bizim onları yarı çıplak görmeye alışık olduğumuz vitrin kadınlarını zevkle seyretmeyi ne zaman bırakırsak değişimi, en azından kontrol altına almayı başaracağız demektir...

Devamını Oku...

lolipoplar+bonbonlar+şekerlemeler=türbanlılar

(Nükteli bu makaleyi İslami Dergi köşe yazarlarından birine okuru göndermiş, yazarda bunu kendi köşesinde yayınlamış.)

Sokaktaki bu şeker kağıtları da kim?

Lolipoplar, bonbonlar, fondanlar, rengarenk şekerlemeler…

MaşAllah maşAllah deyip, insan nazar etmekten korkuyor. Hele şu şekerlerin güzelliğine bakın hele… Yeni çıkmış galiba bu başörtülü şekerler! Ay Allah (c.c.)’ım renklerin caf cafına bakın; çingene pembesi, fıstık yeşili, portakal turuncusu, pastel mavisi, kızıllar, vişne çürükleri, firfiriler…

İnsanın bu şekerlere baktıkça bakası geliyor. Gözümüz gönlümüz açılsın bee! Çağdaşların hala göz zevklerini bozuyor mu acaba bu şekerler? Yok daha neler, hiç olur mu, bu başörtülü şekerler yıllarca az çekmemişti, neydi o; öcü, örümcek kafalı, eski kafalı, geri kafalı,kara sofu, takunyalı, tutucu, mürteci sözleriyle az rencide edilmemişti bunlar. Şimdi geçmişin acısını çıkarıyorlardır. Oh olsun işte, azıcık düşman çatlatsınlar.

Gerçi başörtülü hanımlar ne yapsalar bu çağdaşlara yaranamazlar. Başörtü dışında kızlarımızın kıyafetlerine, kendilerine gıpta ediyorlardır hani! Ama ah o başlarına sıkı sıkı bağladıkları başörtüsü. Varsa yoksa saçlarını göstermemekte yatıyor bu gizli sır. Üstlerinde spor kıyafetler, başlarında rengarenk örtüler. Modernliğin, şıklığın ve zarafetin adresi şu markada deyip birbirleriyle güzel olma yarışına giren kızlarda yok değil. Tesettür asıl amacından sapıyor mu ne? Yoksa bana mı öyle geliyor? Bizler demode mi kaldık yoksa?

Allah (c.c.)’ın ayetlerini unuttular mı? “Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. (Örtüyle kendiliğinden) belli olan yerleri müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” (Nur,31).

Allah-ü Teala ziynetlerini teşhir etmesinler derken, buradan çıkan anlamı hiç düşündüler mi? O cırtlak renklerle Allah (c.c.)’ın rızasını mı, yoksa başkalarının rızasını mı kazanmaya çalışıyorlar?

Amaçları nedir? Yüzlerini, gözlerini boyayıp, cilalanıp nereye böyle takır tukur… Bizim diğer kadınlardan farkımız olmalıydı. Moda diye de Allah (c.c.)’ın ayetlerini göz ardı etmemeliydik. “Evlerinizde vakarınızla oturun. İlk cahiliye (devri kadınları)nın açılıp saçılarak, ziynetlerini göstererek yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı kılın, zekatı verin, Allah(c.c.) ve Resulü’ne itâat edin..” (Ahzab, 33).

“…Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar” (Nur,31) ayetini okuduğumda her zaman aklıma topuklu ayakkabılar geliyor. Hani şu tak tuk yapan kadınların ayaklarını yerden kesen, yüksek ökçeli ayakkabılar… Kur’an-ı Kerim gerçekten bir hayat kitabı. Onunla hayatımızı şekillendirdiğimiz takdirde ancak o zaman takva ve izzet sahibi olabiliriz.

Allah(c.c.)’ın kadınlara koymuş olduğu ölçü en güzel ölçüdür. Dinimiz toplumda fitne ortamı doğmasın diye kadını her bakımdan korumuştur. Hiçbir zaman kadınlara uyguladığı kurallar yüzünden dinimizi yanlış anlamamak gerekiyor. Bu din ancak okuyarak, araştırarak anlaşılır. Kadın sahabelerin yaşantıları, giyim ve kuşamları bizim için en güzel ölçüdür. Kur’an-ı Kerim kadınları giyimleri konusunda bir renk belirtmese de, ölçü belirtmiştir. “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına, mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarıya çıktıklarında) örtülerini üstlerine almalarını söyle… (Ahzab, 59).

Günümüzde müslüman hanımlar arasında takip edilen bir moda anlayışı var. Stilistler, tasarladıkları giyimlerle mü’min hanımları kabuklarından çıkarmayı başardılar. Birbirlerinden görerek, birbirlerine özenerek, birbirlerinden daha çarpıcı ve güzel olabilmek için tesettür adı altında kuşandıkları giyimlerde bir takva, bir vakar görebiliyor muyuz acaba? Bir bayan olarak benim gözüme çarpan bu renklerin cazibesi beni bile bakmaya iterken, erkeklerin bakışları “Bacıma ne güzel yakışmış” gibisinden mi oluyor? Biliyorum aslında kötü niyetli olan benim değil mi?

Neden adımızı lekeliyorlar? Ne çıksa başörtülülerden çıkıyor, anlayışıyla bakan insanların ağızlarına dolanan kızlarımızın kıyafetleri bir kıskançlık anlayışı gibi algılansa da, aslında göze batan cinsten olduğu için bir ikaz olarak da anlayabiliriz.

Toplumda fitne ortamı doğmasına neden olmamalı kadın. Bilakis gerektiğinde kendini, adını ve namusunu koruyabilmeli. Her zaman yanımızda eşimiz, babamız, abimiz olmayabilir. Üstümüzdeki kıyafet öyle bir kıyafet olmalı ki, bizi her tehlikeye karşı bir zırh gibi sarmalı. Üzerimize odaklanan bakışları geri tepebilmeli.

Elbise süslü püslü olup da bizzat kendisi ziynet gibi olmayacak. Ayrıca bakışları üzerine toplayabilecek şekilde renkli, desenli, altın ve gümüş işlemelerden de kaçınılmalıdır. (Buhari “edeb’ülmüfred”, Hakim “müstedrek”).

Amacımız dikkat çekmek, bakışları üstümüze toplamak olmamalıdır. Kıyafetimiz takva, edeb, ahlak numunesi olmalı. “Giysi dar değil, geniş ve bol olmalı, fitneye neden olacak bir yeri belli etmemelidir.” (Ebu Davud, Sünen).

Bazı kıyafetler vardır ki, tam tedbir tesettüre uygundur. Fakat farklılığından dolayı dikkat çekici de olabilir. Resulullah (SallAllahu Aleyhi Vesellem) şöyle buyuyor: “Her kim belli eden bir elbise giyerse, Allah(c.c.) da ona Kıyâmet gününde zillet elbisesi giydirir. O da ona ateş olur” ( Ebu Davud).

Bazı hanımlar evlerinde yapmadıkları süsü dışarıya gösteriyorlar. Ter kokusunu, kötü kokuyu bahane edip; parfümler, deodorantlar kullanıyorlar. Tabii bu ağır kokularla toplumun düzenini kaçırdıklarının da farkında değiller. Aslında amaçları düzen kaçırmak, dikkat çekmek, ortalığı altüst etmek değil mi? “Bir kadın koku sürünüp bir kavmin (topluluğun) yanına uğrar da onlar bunu hissederse; zina etmiştir” (İmam-ı Ahmed).

Bir pantolon modasıdır, aldı başını gidiyor. Hiçbir şeyden geri kalmıyorlar. Sanki dersin açıklarla kıyafet yarışına girmiş bu hanımlar. Bakın, aslında bizler ne kadar, modern ve çağdaşız, der gibi dar pantolonları giyip ortalıkta tesettürlüyüz diye geziniyorlar. Allah (c.c.) aşkına bunlar şimdi tesettürlü mü? Tesettür nedir; Örtünme, saklanma değil mi? Ama bunlar bir şeyi saklamaktan çok belli etme telaşındalar. Üstelik pantolon erkeklere benzeme yönünden de kadın için uygun değildir. “Erkeklerden kadınlara, kadınlardan da erkeklere benzeyene Resulullah (SallAllahu Aleyhi Vesellem) lanet etti.” (Buhari).

Yabancı erkeklerle konuşurken dikkat etmemiz gerekiyor. Onlarla kıkırdayarak, kırıtarak konuşmamalıyız. Takvamızdan ödün vermeden, kuşkuya yol açmayacak tarzda olmalı sözlerimiz. Hal ve tavırlarımızda önemli tabii. Normal bir şekilde yani bilinen biçimde olmalı davranışlarımız. “Ey peygamberin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin.” (Ahzab,32)

Bizler sokakta raks eden bon bon kızlar gibi değiliz. Bizler şeker kağıdı gibi de giyinmeyiz. Cahiliye kadınları gibi sokakta kırıtarak da yürümeyiz. Sevgili mü’mineler! Unutmayın bizler İslam toplumunun ana çekirdeğini oluşturuyoruz. Hani bir söz vardır, ‘’bir erkek eğitirseniz, bir insan eğitmişsinizdir. Bir kadın eğitirseniz, bir toplumu eğitmişsinizdir.'’

Allah (c.c.)’ım! Hak yolunda olduğumuzu sanıp da asıl gayeden uzaklaştırma bizi. Cahiliye kadınları gibi amaçsız bir hayatın çirkin araçları yapma bizi. Günaha çağıran vesileler olmaktan, hayatın boş figüranları olmaktan sana sığınıyoruz.

Dilek bacıma teşekkür ederim bu yazısından dolayı Allah (c.c.) razı olsun.

İslami Dergi

Devamını Oku...

Pilav üstü Kuru pardon Pantolon üstü Türban

Devrimize ahir zaman denir mi bilemem ama gariplikler çağı deneceği kesin. Turgut Özal'ın alışıyorlar dediği gibi herşeye zamanla alışıyoruz. Daha ne gariplikler göreceğiz bakalım...

Kimse Zekeriya Beyaz veya Yaşar Nuri işe yaramadı diye hayıflanmasın. Onlar bu ülkede İslami camiayı güzel sulandırdılar. Ramazan Aylarında arz-ı endam etmeyle beş on sene de İslami Camia'ya güzel güzel napalm bombaları atıverdiler. Hem de biz fark etmeden...

Laikler artık korkmasın. Birbirimizden artık farkımız yok.

Çıkın sokağa ve tesettürlülere bakın. Başörtüsünün altına giyilen pantolonlardan dem vuruyorum. Hani erkeğe benzeyen kadına Allah Resulu lanet ediyordu ? Nereden çıktı bu pantolon ?

Elde telefonla sokakta cıvık cıvık konuşmalar falan bunları yazmayacağım. Rengarenk eşarpları da yazmayacağım. Sarının, pembenin, morun en cırtlak, en zevksiz tonlarından kullanılan eşarpları da yazmayacağım. Malum artık herkesi kendi konumunda kabul ediyoruz.

Şunu soracağım ; pilav üstü kuruya benzer pantolon üstü türban (vücudun tüm hatlarını belli eden) garibliği hangi manyak icat etti ?

Devamını Oku...

Kadın ve Teettür - Mustafa İslamoğlu

Ne zaman Fethi Paşa Korusu’na gitsem, başörtülü genç kızlar, yanlarındaki yeni yetme oğlanlarla laubali biçimde fingirdeşiyorlar. Bakıyorum, karşımdan bir bayan geliyor. O da ne? Başını örtmüş, gerisi açıkta. Gülmek geliyor içimden, fakat üzüntü ağır basıyor. Şu başörtüsü işi böylesine sulandırılmamalıydı. Bir şey maksadından soyutlanarak algılanırsa olacağı budur. Bunda en büyük suç, tesettürü kadının kişiliğini öne çıkaran bir onur değil de erkeği kadından koruyan bir emir olarak algılayan geleneğimizin ve geleneksel kafalarındır. Önce mütearifeler:

1. Din insan içindir.

2. Dolayısıyla, tüm dini emir ve yasaklar Allah’ın değil, insanın çıkarı içindir.

3. İşte bu yüzden, tüm dini emir ve yasaklar uygulanırken, onu uygulayan insanın bundan elde ettiği çıkarı iyi bilmesi gerekir. Bu çıkarı bilerek emre uymak, insanı “tatmin eder” ve imanı “sorumluluk bilincine” dönüştürür.

4. Bunun için de ilahi mesajı ve buyrukları maksadını gözeterek okumak şarttır. Çünkü Allah amaçsız düzenleme yapmaz, hikmetsiz iş buyurmaz.

Peki tesettür emrinin maksadı nedir?

Bu sorunun cevabını verebilmek için tesettürü emreden ayet olan Ahzab 59. ayetin devamındaki “onların tanınmaları için en uygun olun budur” ibaresi üzerinde yoğunlaşmak şart. Burada altı çizilen kadın kimliğinin hicab yönü ilk saldırıya uğrayan noktadır. Aslında “hicab” sorunun anahtar kavramı. Hicabı “baş örtüsüne” indirgemek yanlış bir kere. Bizde böyle bir şey var. Hatta hicabı baş değil beden örtüsüne indirgemek. Kur’an’ın yaklaşımına kıyasla yanlış bir anlamadır. Çünkü Kur’an takva örtüsünü ön plana çıkarıyor. “Takva elbisesi, işte budur en önemlisi!” (7.26) Yani, bedenin tesettürü takva örtüsünden, yüreğin ve zihnin tesettüründen ayrı değerlendirilmemelidir. Hicab; kimlik ve kişiliği öne çıkarmak için. Öncelikle, Kur’an’ın böyle bir bütüncül bakış açısı olduğunu görmekteyiz. Bedenin tesettürünü, zihnin ve kalbin tesettüründen ayrı düşündüğümüz zaman Kur’an’ın bütüncül bakış açısını parçalamış oluruz. Ahzab 59’da geçen ‘li yu’rafne’ (tanınmaları için), bu tek kelime, Arap dilinde, kendi içinde tamamlanmış bir cümledir. Bu tanınmaları için bir gerekçedir. Yani ‘Bu emri niçin verdin Ya Rabbi?’ diyene bir cevaptır. Cevapta iki gerekçe var, iffetli olarak kalmaları ve tanınmaları için. Ama asıl vurgu yapılması gereken kavram, bu ‘tanınmak’ kavramıdır, “li yu’rafne.” Bu kavramın kök kelimesi ‘arafe’dir. ‘Arafe’ anlam alanı ile düşündüğümüzde “maruf, arif, tarif, marifet” kavramları karşımıza çıkar. Bu hem bir bilince tekabül eder, hem de bir kimliğe tekabül eder. Dolayısıyla buradaki tanınmak sıradan bir “görünce ayrımsamak, fark etmek” değildir. Buradaki tanınmak, çok daha derin ve kendi bağlamı içerisinde sıradan basit bir ayrımsama, ayırdetmeden öte bir kimlik, bir kişilik, bir bilinç, bir şahsiyet vurgusudur. Dolayısıyla bu ayet ve tesettürle ilgili diğer ayetlerdeki örtünme emrinin temelini kadının kişiliğini şeffaflaştırmak için bedenini örtmek teşkil eder. Kadının kişiliğini şeffaflaştırmak için tanınmak anlamı sıkıştırılmış (zipli) bir ifadedir ki, zaten Kur’an’ın dili sıkıştırılmış bir dildir. İcaz buna denir, Kur’an’ın icazını çözdüğümüzde doğal ve zorunlu biçimde o sıkıştırılmış ifadenin bize daha farklı bir kelime grubu ile yansıması şarttır. Yani aradaki boşlukları doldurmamız gerekir. Onun için “li yu’rafne” ibaresini açarak anlamaya çalışırsak, bu tamamen “kişiliğini şeffaflaştırmak için bedenini örtmek” anlamına gelir.

“Kişilik”le “dişilik” arasında kadın.

Bu, tarihte kadına yapılmış en büyük ikramdır. İnsanların önüne çıkaracak bir erdemi, bir kimliği, bir kişiliği bulunmayan bir kadın ille de farkedilmek istiyorsa, insanlara “dişiliğini” gösterecektir; kişiliği yerine dişiliğini. Yani tesettürü emreden Kur’an’ın kadına verdiği açık mesaj şudur: Dişiliğinizle kendinizi görünür kılmak yerine kişiliğinizle/şahsiyetinizle erkek egemen dünyada hak ettiğiniz saygın yeri alın. Onun için tesettür, kadının insan kimliğini teninin önüne koymak demektir.

Tesettür emri, ancak bu yaklaşımla doğru anlaşılabilir. Tesettüre karşı çıkanlar, bilerek veya bilmeyerek kadını kimliksiz ve kişiliksiz yapmak isteyenler, onun teninden haksız kazanç sağlamak isteyen, onu metalaştıran, onu hep edilgen ve zevkine hitap eden bir nesne olarak görmek isteyenlerdir. Neden böyle isterler? Dikkat ederseniz, kadını kimliksiz ve kişiliksiz görmek isteyenlerin hemen hemen tamamına yakını nefsine kul olmuş erkeklerdir. Neden? Çünkü kimliksiz bir kadının bedenini, estetiğini daha çabuk istismar edebilirler, örseleyebilirler, ondan yararlanabilirler. O sebeple kadının örtüsüne yönelik her düşmanlık, farkında olunsun ya da olunmasın, aslında kadının bedenini istismara açmak isteğinden başka bir şey değildir.

Sonuç: Modern kadın, dişiliği erkekler tarafından tepe tepe sömürülmek amacıyla kişiliği yok edilen kadındır. Eğer Müslüman kadın, tesettürü kişiliğin öne çıkarılması için dişiliğin örtülmesi olarak görmeyip, onu dişiliğini öne çıkarmanın bir aracı kılıyorsa, o tesettür tesettür değildir. Ona “örtülü çıplak” derler.

Siz kendi değerlerinizi dalgaya alıyorsanız, sizi kim ciddiye alır?

Mustafa İslamoğlu - 11 Eylül 2000 - Akit

Devamını Oku...

20 Mart 2008 Perşembe

Hicab ile İlgili Ayetler

Nur Suresi 31. Ayet

Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz."


Ahzab Suresi 59. Ayet

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Devamını Oku...