22 Mart 2008 Cumartesi

Modernistler ve Örtünme

entry-content'>

örtü, modernistlerin bir çok yönden taarruzuna uğramıştır. Mesela, ağızlarında geveledikleri laflardan birisi, "Atom çağında örtünme olur mu? Eller uzaya giderken bizim kadınımız kara çarşaflara bürünerek oturmalı mı?" sorusudur.

Taraflı veya tarafsız her aklı selim bu sözün saçmalığını takdir edebilir.

Acaba medeniyetin oluşumunda, bilim ve tekniğin ilerleyişinde, açıkta sallanan saçların, arzı endam eden vücutların herhangi bir fonksiyonu var mıdır?

örtülü bir kadını okul sıralarında gördüklerinde hemen rahatsızlanıyorlar. Adeta, ilim ve maarif alanlarına kötü niyetle girmiş çağdışı bir ilim düşmanını yakalamışçasına... öfkeyle atılıyor ve kin kusuyorlar...

Onların bu davranışlarının sebebi nedir? Acaba tıp bilginleri onlara örtünün, insan vücuduna ve beyin tabakalarına yaptığı korkunç tahripleri mi haber verdi? Yoksa psikoloji bilginleri örtünün insan ruhu ve karekterlerin üzerinde yıkıcı tesirler yaptığını mı keşfetti?

Hayır, hayır, gerçek sebep bunlardan hiçbirisi değildir. Kadınımızın örtüsüne ve namusuna saldıran bu beyefendiler tarih boyunca yetişegelen bir çok dahinin, örtülü, çarşaflı kadınların çocukları olduklarını, örtülü, çarşaflı bacıları ve örtülü çarşaflı hanımlarının yanında gelişimlerini sürdürdüklerini çok iyi bilirler.

Ve yine çok iyi bilirler ki bu devletin kuruluşu çarşaf üzerinedir. Bu devletin kurucusu örtülü bir annenin evladıdır. Vatanın her tarafı işgal altındayken, istiklal için canlarını feda edenler hep çarşaflı anaların kuzularıydı. Yine o çarşaflı analardı, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde direniş ruhunu canlandırıp körükleyen... Fransız gibi beş büyük istilacıdan birisini silkip atan Sütçü İmam uyanışı yalnız ve yalnızca bugün hor görülen Kara Çarşafların eseriydi.

Sonradan, islâm ruhunun tüm eserlerini üzerinden silkeleyip atarak güya modernleşen Halide Edip hanımefendi de o çarşafın himayesinde İstanbul meydanlarına atılmış, o çarşaflıların himayesinde şöhretine kavuşmuştu!..

O zaman iyiler hep vazife esnasında, silah başında ölmüşlerdi. Çünkü o gün kurbanlar verilmesi gereken bir gündü, iyiler vazifelerin yaparak bu dünyadan ayrılmışlardı. Sakallı gençler, sarıklı hocalar ve çarşaflı kadınlar... Geriye işgalden kurtarılmış ve inancın yaşanabileceği bir vatan bırakmanın sevinciyle gözlerini kapamışlardı.

Fakat, ne yazık ki geriye böylesi bir vatanla birlikte iyiden, fedakardan arınmış kuru bir toplum kaldı, ipler hepten vatanı silahla ele geçiremeyen garplı fikir sömürgecilerinin eline geçti.

işte o zaman haçlılar dişlerini göstererek, kalan çarşaflıların üstüne saldırdılar. Bacımızın hayatında yaşama mücadelesini veren islâm'a medeniyet düşmanlığı ismini taktılar, işte böyle oldu, bacımla medeniyetin ismi arasındaki ilk ilişki.

Yalnız ortada yanlış anlaşılan daha doğrusu saptırılan bir şey vardı. Bacımın reddettiği şey medeniyet ve tekamül değil, teknolojik devletlerin henüz üzerlerinden atamadıkları ortaçağdan kalma fikrî yobazlıkları ve haçlının karanlık ruhuydu.

Örtüyü çağdışı ilan eden şey de yine şimdinin modern görünen Avrupalının hristiyan taassubuydu.

Örtü denildiğinde modernistlerin aklına ilk gelen şey bir kaçıştır. Yalnız bu kaçış sadece toplumsal felaketlere yol açacak yasak ilişkilerden ve o ilişkilere giden yollardan kaçıştır.

Yoksa bu ne insanlardan, ne toplumdan ne de ilimden kaçıştır.

Her müslüman kadınının çevresinde baba, amca, dayı, kardeşler, koca ve kaynatadan oluşan oldukça kalabalık bir erkek kitlesi vardır.

Ayrıca gene onun çevresinde müslüman kadınlardan oluşan bir toplum vardır. Toplumsal ilişkilerini sürdürmek için kadının illa da erkeklerle muhatap olması gerekmez.

Gerek iş, gerekse ilim alanında kadınların kendi aralarında gelişme sağlamaları mümkündür. Yalnız kadınların bulunduğu iş alanları ve yalnız kadınların öğrenim ve öğretim yaptığı okullar her zaman ve heryerde olağandır.

Bunu kabul etmemek ve aralarında mutlaka erkeklerin olması gerektiğinde ısrar etmek kadınların tam bir insan olduklarını inkâr etmek manasına gelir ki bu islâm'dan önce cahiliyye dönemi insanına has bir tavırdır.

İlmi çalışmaların diğer bir yönü de müsait zaman meselesidir. Kapalı kadın evlendiğinde kocasıyla meşgul olmak ve ev işleri yapmak zorundadır. Arta kalan gayet geniş zamanında ise pek rahat bir şekilde ilmi çalışmalarla meşgul olabilir.

Açılan kadının ise bütün bunların dışında bir de kendisini erkeklere güzel bir görünün içinde arzetme ve onların beğenisini kazanmaya çalışma derdi vardır.

Böylece onun süse düşkünlüğü ve kocası dışındaki erkeklerle kurduğu ilişkiler hayatında oldukça kabarık bir yer işgal eder ve onun ilmi çalışmalar için ayırabileceği vakitleri sorumsuzca harcamasna yol açar.

Avrupa'da kadının bu tavrı neredeyse toplumun ayrılmaz bir parçası durumuna geldiği için kaybolan zaman pek dikkati çekmez. Fakat bu, değişim sürecine henüz giren Türkiye'de ve geri bırakılmış üçüncü dünya ülkelerinde en bariz çıplaklığıyla görülmektedir.

Açılan kadın vaktini dolduran bu sapık, faydasız ve fantazi işlerden dolayı ilmi çalışmalara çoğu kez hiç fırsat bulamaz.

Diğer bir mesele de kadınların, "Ben hür ve modern bir, insanım, örtünün daracık sınırları içine hapsedilememem, kara bir çarşafa giremem, dilediğim gibi soyunurum" demeleridir.

Bu söz de hürriyet kelimesinin anlaşamamasından doğan bir hezeyandır.

Hürriyet, basit sınırlarıyla belli haklardan yararlanmak ve toplumsal faaliyetlere katılabilmektir. Hür olmayan kişi ise hakları elinden alınmış veya toplumsal faaliyetleri sınırlandırılmış kişilerdir.

Evet, acaba örtünen kadın bu haklarından hangisini kaybetmiştir? Bir erkekle eşit şartlarda muhakeme hakkını mı, alım satım hakkını mı, okuma yazma hakkım mı yoksa ilmi, fikri, içtimâi hâdiselerle ilgilenip seviyesince katılma hakkını mı?

Hayır, İslâm, bu kitabın değişik konularında açıklandığı üzere bu faaliyetlerin tümünü belli ölçüler dahilinde serbest bırakmştır.

Yok eğer kaybedilen hak soyunma hakkı ise bu bir nimet değil mihnettir. Modernistlerin daima soyunmayı gündeme getirmeleri kadının hürriyeti hakkındaki bir endişeden dolayı değil sadece ve sadece her an şehvetlerini tatmin için uygun vücutları bulabilme, kadından diledikleri gibi yararlanabilme arzusudur.

Kadına İslâmî ruh verilip örtüsüne büründürüldüğünde şüphesiz bu şehvet düşkünlerinin menfaatları engellenmiş olacaktır. Kadın çırılçıplak vücuduyla herkesin kullandığı bir paspas kadar adileşmeyecek, inkarı imkansız olan bu ihtiyacını giderirken bile bir kişiliğe büründürülecek korunma altına alınacaktır.

Kara örtü denilen siyah çarşaf ise bir esaret zinciri değil, bilakis bir hürriyet fermanıdır. Kadın çarşafına sahip olduğu müddetçe istiklalini elinde bulunduruyor, hürriyetini ve müstesna değerlerini muhafaza ediyor demektir. Örtüsünü kaybettiği anda ise değerini yitirir, bayağılaşır ve zavallılaşır. Her göz tarafından herkesin kullandığı bir mendil gibi süzülür. Her kol onun yegane değeri olan vücuduna uzanır. Her sarhoş vücut ondan dilediğince kâm alabilir.

Bütün bu sömürülüşünün ardından ona da habire hür olduğu inancı empoze edilmeye çalışılır...

örtünen kadın korunan bir mücevher gibidir, değerlidir. Açılan kadın ise saçılan çakıl taşları gibidir. Saçılma sebebi çiğnenmektir ve serapa çiğnenir.

Bazı kadınlar da örtünmekten sıkıldıklarını ileri sürerek açıklıklarına mazeret bulmaya çalışırlar.

Bu psikolojik bir haldir, insana ait bir zaafdır, geçerli bir mazeret değildir. Bütün insanlar ilk karşılaştıkları şeyden evvela sıkılır veya rahatsız olurlar. Bu sıkıntı bir süre sonra kendiliğinden geçer. Sonuçta da bir kuruntudan ibaret olduğu anlaşılır.

Aynı şekilde çocukluğundan beri örtünmeye alışmış bir kadın için de açılmak sıkıcıdır. Hatta bazı müslüman kadınlar saçlarından bir tel gözüktüğünde hiç kimse kendilerini görmüyor bile olsa sanki dünyanın gözleri kendi üstündeymişcesine kızarır, bozarır ve ezilirler.

Bu durumda, örtünmek mi sıkıcı yoksa örtünmemek mi diye düşünülebilir. Fakat görüldüğü gibi sıkılmanın aslı örtünmek veya örtünmemek olmayıp basit bir alışkanlık meselesidir.

Kapanmaktan sıkıldığını söyleyen kadın eğer örtünmeye karar verirse örtündükten bir süre sonra açılmaktan sıkılmaya başladığını görecektir.

O halde bu sıkılış basit bir psikolojik hastalıktır ve hemen tedavi edilmesi gerekir.

Diğer bir kısım kadınlar da yaz günlerinin sıcak güneşi altında o kalın örtülere nasıl tahammül ederiz diye itirazı patlatırlar.

Evvela şunu belirtelim ki çarşaf sanıldığı kadar kalın olmayıp bir mantodan ve bir ceketten çok daha ince ve hafiftir.

Şimdi şöyle düşünelim. Güneşin altında acaba, örtünen kadın mı daha çok terler, yoksa çıplak kadın mı?

Çıplak kadının vücudu güneş ışınlarının doğrudan doğruya muhatabıdır. Örtünen kadında ise güneş ışınları evvela örtüye çarparak tesirini kaybeder, daha sonra da zayıflamış olarak içeriye nüfuz eder.

Sıcaklık açısından ışınların ilk temas ettikleri yüzeyle ikinci yüzey arasında yüzde elliye varan büyük bir fark vardır.

Kandaki sorumuzu, güneşli bir havada acaba, açıkta olan mı çok terler, yoksa gölgelikte oturan mı diye de sorabiliriz. Bu ve öteki soru arasında ne şartları ne de sonuçlan bakımından hiç bir fark yoktur.

Hakikaten de çarşaflı kadın çıplak kadına oranla gölgede oturanın açıkta oturana oranındaki gibi çok az terler.

Çevrenizde ufak çaplı bir araştırma yaptığınızda kolu, başı ve bacağı açık kadınların terden su kesilmelerine karşın örtülü ve özellikle çarşaflı kadınların gayet rahat olduklarını tesbit edebilirsiniz.

Burada çarşaflı kadının mantolu kadına olan avantajı da iyice dikkati çekecektir. Birçok parçalardan oluşmuş elbiselerde terleyecek yer sayısı oldukça fazladır. Ayrıca, eşarbın bağlandığı, eteğin büzdürüldüğü tutma yerleri de tahammül edilemez derecede insanları rahatsız edecektir.

Çarşaf işe tüm bu sıkıntılardan azade, ideal bir elbisedir. Sıcağı altına geçirmez. Diğer elbiseler gibi vücutta bazı yerleri sıkarak anormal derecede rahatsız etmez. Üstelik en ufak rüzgarlardan bile faydalanmaya müsait bir yapısı vardır. Rüzgarlar kolayca çarşafın uçlarından girerek kadını ferahlatırlar.

Başını açan ve saçlarını gösteren bir kadın, muhataplarını saçlarına davet ediyor demektir. Onunla karşılaşan ilk kişi evvela saçlarına bakar. Vücudundaki diğer açık yerlerin durumu da böyledir.

Karşısındaki erkek, ne kadar namuslu ve nefsine hakim veya temiz kalpli (!) olursa olsun, önünde kendisini sergileyen bir kadın karşısında değişik şeyler düşünmekten kendini alıkoyamaz.

Gözü meşgul eden bu organlar bizim kadının asıl hüviyetine inmemizi, onun ruhunu, duygularını anımamızı engeller.

Kadın, gözümüzde şehvetleri tatminden başka bir işe yaramayan bir mahluk olarak basitleşir hatta hayvanlaşır.

Artık kadınla erkek arasındaki akli ve duygusal tüm bağlar kopmuş, kadın erkeğin bakışları altında yahut kollan arasında insanlıkla ilgili tüm değerlerini yitirmiş olur.

Akıl, ruh, duygu, düşünce, Allah, ahıret gibi değerler çiğnenip iş sadece şehveti tatmine döküldüğünde o kadın ve erkeğin bir hayvandan farkı ne olabilir. Maksadı sadece şehvetini tatmin etmek olan bir erkeğin nazarında kadının bedenî çekiciliğinin dışındaki diğer değer ve duygularının ne ehemmiyeti kalır.

işte erkeği bu adi duruma düşürecek olan kadının soyunması ve bedenini ortaya koyarken diğer tüm değerlerini geriye atmasıdır.

Örtülü bir kadının ise ilk bakışta insan olduğu göze çarpar. Onun çıplak kadında olduğu gibi erkekleri duygu ve düşüncelerinden insanî hasletlerinden uzaklaştırıp hayvani hislere götüren uzuvları görülmez.

Onu gören bir erkek, şehvetten ârî olarak insanlık üzerine düşünür. Böylece insan düşüncesinin ve ruhunun tekâmülü sağlanmış olur.

O halde hür olan açılan kadın mıdır yoksa kapanan kadın mı?

Açılan kadın erkeklerin gözleriyle dört bir yandan kuşatılır. O her an, kendisini şehvetle izleyen gözlerin tarassutu altındadır. Bu tarassut altında kadın çeşitli komplekslere kapılır. Şirin, sevimli veya asil ve vakur veya oynak ve tatlı görünmek için garip tavırlar takınabilir. Zamanla gülünç düşebilir. Kapalı kadın ise her tarafını örten çarşaf sayesinde gözlere muhatap olmaz. Onların ısrarlı bakışları karşısında tabiiyyetini yitirmez. Bilakis o, çevresine hakimdir. Vücudunun erkek bakışlarına arzedilen yeri pek az olduğu için beğenilme telâşesine düşmez. Kolaylıkla asil ve vakur hareket edebilir.

Kapalı kadın, duygu ve düşüncelerine, efkârına ve sözlerine hakim olmakla uğraşırken o, bu asil vecheden uzaklaşacak, saçlarının parlaklığı, vücudunun çekiciliği, gülüşünün şuhluğu ve jestlerinin orjinalliği ile uğraşacaktır.

O, açılarak hür olayım derken beğenilmek, alınmak ve kullanılmak için kendisini sergileyen basit bir eşya mevkiine düştüğünü anlamayacaktır.

İşte açılan kadınla kapanan kadın arasındaki asalet farkı burada meydana çıkar.

Kadın ve erkek karşıt cinslerdir. Birbirleriyle yakınlık kurmaya, ilişkide bulunmaya ihtiyaçları vardır.

islâmiyet bu ihtiyacı en iyi takdir eden bir dindir. Bu sebeple hristiyanlıktaki gibi cinsel ilişkiden soyutlanmış bir rahip ve rahibeler sınıfını yasaklar.

Erkek kadın ilişkisinin olması gerektiğini vurgular. Fakat bu ilişkilerin günlük oyalanmalardan çıkarak hayat boyunca düzenli ve sukûnetli bir şekilde yürümesi, ruhî ve psikolojik bozukluklara meydan vermemesi için belirli sınırlar koyar.

Hem erkek, birden dörde kadar kadınla ilişkide bulunma hakkına sahiptir. Bu ilişki bir anlık ve sadece şehevi olmayıp hayat boyunca, duygusal ve asilanedir.

Allah, kulunu yaratmış ve bu ölçüleri kendisine bildirmiştir. Böylece islâm toplumunda istikrarlı bir aile ve toplum düzeni oluşmuştur.

Şeytanın çağdaş askeri olan tağutlar ve sermaye sahipleri ise emellerine daha kolayca varabilmek için insanın bu zaafını kullanmışlardır.

Erkeğin kadına karşı bir eğilimi vardır. Müslüman erkek ona şer'i izin ölçüsünde yaklaşır ve kendisini tatmin eder. İnançsız erkek ise bu sınırı aşmak ve kadınla sorumsuzca ilişkide bulunmak ister.

Açık ve çıplak kadın erkeğin bu arzularını fazlasıyla tatmin eder. Normal, nefsine hakim olamayan bir insan hiç bir şey düşünmeksizin ona temayül eder.

Sermaye sahipleri onun bu zaafından istifade etmeyi çok iyi bilirler.

Piyasada, tüm boyutlarıyla kadını ambalaj resmi yapan her mal diğerlerine nazaran çok daha avantajlı olarak görünür, içinde yarı çıplak bir kadının tezgahtarlık yaptığı mağaza sihirli değnekler dokunulmuşcasına hareketlenir ve çalışmaya başlar.

Tüketim eşyalarında olduğu gibi basın yayın sektöründe de bu böyledir. Yer yer şehevi konulara değinen her eser kısa zamanda baskı tekrarlar, içinde çıplak kadın tasvirlerine, aşk sahnelerine yer veren kitaplar ısrarla aranır.

Bu, yavrusunu göstererek anaç güvercini yakalamak gibi adice bir avlanmadır.

Erkeğin kadına karşı olan ezeli zaafından yararlanılırken hiç bir savunucusu olmayan zavallı kadınlık insafsızca sömürülür.

İşte bu kapitalistler, kendilerine olağanüstü kâr sağlayan bu reklam usulünün meşru kalması için örtünmeyi öneren faaliyetlere süratle tepki gösterirler. Soyunan kadınları ödüllendirmekte bir an bile tereddüt etmezler.

Burada kadın vücudu ve erkeğin hisleri sömürülmektedir. Böylece açılmak isteyen daha doğrusu açılması kendisine bir zorunluluk gibi empoze edilen kadın şeytan ruhlu kişilerin ihtiraslarını tatmin uğrunda insani tekamüle gem vurulmasına alet edilir.

Açılınca hürleştiği zannına kapılan kadın esasında insanlığın sükutuna sebep olarak, bu iğrenç oyunun bedbaht bir piyonu olmaktadır. Bu, düşünen ve hisseden bir insanın asla yüklenemiyeceği ve şerefine yakıştıramayacağı adi bir zilletin

Sonuç olarak, acaba soyunmak kadının toplum içerisindeki değerini, ona olan saygıyı artırmış mıdır?

Evet, hakikaten de ilk basıkta görülen odur ki kadına olan ilgi çok daha artmıştır. Genç erkeklerimizle genç kızlarımız oldukça yakınlaşmış, aile toplantılarında artık haremlik ve selamlık problemi ortadan kaldırılarak kadın ve erkeklerin rahatça birbirlerini görebilmeleri mümkün kılınmıştır.

Bu hür karışım sonucu insanların diğer konularla ve sanat alanlarıyla alakası kesilmiş herkes, kadının cinsel özelliklerinden bahsetmeyle başlamıştır.

Resim ve heykelcilikten dışında her sanat kalkmış, her yeri kadının vücudu ve uzuvları kaplamıştır. Musiki ona olan hasreti terennüm etmeye başlamış, edebiyatçılar, onun boyutlarından sözetmeyi sanat edinmiş, gazeteler hep onunla ilgili haberleri basmaya, onun çıplak boy resimlerine tam sahifeler ayırmaya başlamışlardır.

Erkeklerin düşünce ve hayallerinden başka her şey silinmiş, televizyonda, gazete sahifelerinde ve romanlarda okudukları sahneleri gerçekleştirmekten başka bir şey düşünemez olmuşlardır.

Bu arada kadın hiç durmaksızın soyunmaya, erkekleri tahrik etmeye, onların iştahlarını açmaya devam etmiştir, insan bu tasvire baktığında, işte kadınlık zirve dönemini yaşıyor demekten kendisini alamıyor.

Fakat hakikat kadının hürriyetin zirvesinde oluşu değil, erkeğin onu sömürmenin zirvesinde oluşudur. Onun vücudundan her erkek her zaman yararlanabilmekte fakat buna mukabil ona hiçbir şey vermemektedirler.

Üstelik ona olan bu ilgi sadece genç ve güzel olduğu sürecedir. Biraz ihtiyarlayıp çirkinleştiğinde tamamen gözden düşmekte kimsesizliğe itilmektedirler. Bir zamanlar dünya güzeli olarak herkesin ilgilendiği kadınlar, ihtiyarlayıp güzelliklerini yitirdiklerinde köşelerinde yalnız başına sefalet içinde ölüp giderken kimse onların yüzne bakmamış, dertleriyle ilgilenmemiştir bile.

Demek ki bu çağda insanlığın ilgisi kadının başka hiç bir şeyine değil sadece vücudunadır. O da ancak eskiyip pörsüyünceye kadar.

Biz ise örtüyle kadına bu değerlerini öyle pervasızca ortaya sermemesini, şahsiyetini muhafaza etmesini ve erkekle kendi değeri bitinceye kadar değil hayat boyu aynı statüde sürecek bir birlik kurmasını tavsiye ediyoruz. İslâmî sistemde kadın ölünceye kadar kocasının hanımıdır. Kadına ilginin arttığı bu beşeri sistemde ise şehvetler tatmin edilinceye kadar!...

Hiç yorum yok: