Ece Temelkuran'ın Milliyet gazetesindeki bir yazısı...
Öyle görünüyor ki, kimse hakikaten, içtenlikle konuşmak istemiyor. Türban, baş örtüsü, örtünmek, her ne derseniz deyin adına, bu hassas konuda da, diğer "hassas ve derin" konularda olduğu gibi karşılıklı iki saftan birine dahil olup, bu cephenin diline ve kavramlarına tutunup, meseleleri bu dar alanlara sıkıştırarak vakit geçirmek bütün tarafların tercih ettiği yöntem. Çok kullanılmış lafları tekrar etmek son derece emniyetli zira ve insanın başı ağrımıyor! Üstelik bir tarafa "dahil" olduğunuz için yalnız da kalmıyorsunuz, taraftarlarınızın alkışları arasında gerçekliğin bu dar alan paslaşmasından ibaret olduğunu sanarak yaşayıp gidiyorsunuz!
Nereden çıktı şimdi bu? Şuradan:
Pazartesi günü bu köşede yayımlanan yazı Hürriyet gazetesinde Maliye Bakanı'nın eşi Ahsen hanımın fiyonklu başörtüsünün övülmesi ve bu yolla "örnek türbanlı" arayışının başlamasıyla ilgiliydi. Türbana "modern bir hava vererek" işin içinden çıkmaya çalışan Beyaz Türk mantığının türbanlı kadınların bedenlerini, görünümlerini biçimlendirmekle bu kadar yakından ilgilenmesinin ne kadar acayip bir tutum olduğunu anlatıyordu yazı. Zaten Siyasal İslam tarafından biçimlendirilmiş kadın görüntüsünü bir de "modernize" ederek yeniden biçimlendirmek ve bu sırada söz konusu kadınları "etkisiz elemanlar" yerine koyup "rejimin nesneleri" haline getirmek... Yazının meselesi buydu.
Başörtüsüne saygı nedir?
Ancak efendim, bu meseleyle ilgilenmeyi herhalde kafa karıştırıcı bulmuş olanlar olacak ki yazıdaki iki cümleye takılanlar oldu. Meraklısı için cümleler şöyleydi: "Kadınların başını örtmek zorunda olması başlı başına saçmadır. Kafanın üzerinde ne var ki örtülüyor yani?"
Şöyle de söylenebilirmiş hatta:
Erkeklerin nesi yok ki örtülmüyor? Saçın cinsiyeti mi vardır?
Tarafları çoktan kemikleşmiş bir gerilime çok dışarıdan, çok yukarıdan bir soruyla katılmak iyidir. Çünkü bilhassa "acemice" görünmek üzere tasarlanmış bu sorular, gerilimin gerekçesinin boşluğuna işaret eder. Bir anda bütün gerilimin var edildiği zemini taraflarının ayağının altından çekmeye niyetlenir.
Ama işte gelen tepkiler yine çok kullanılmış dilin incileriydi. "Saçma" sözcüğüyle çok ilgilenildi. Vay ben nasıl saçma dermişim? Efendim niye "toleranslı" değilmişim? Velhasıl pek "saygısızmışım"!
Saygı nasıl bir şey acaba? Bu konuda ağzımızı açmayacağız, konuşunca da derin anlamları olan kodlara dönüştürülmüş bir takım kavramları kullanacağız ki "kimin tarafında olduğumuz" belli olacak. Yani hem örtünmeyi hem de örtünenlerle uğraşmayı aynı anda saçma bulma hakkımız yok. Böyle bir şey mi?
Ayrıca bu "saygı gösterin, toleranslı olun" cümlelerinin altında bir mağduriyet tekeli var gibi. Başını örten kadınların devletle yüz yüze gelişte acı çektikleri gerçektir ve berbat bir gerçektir. Ama sırf bu berbat durum yüzünden "saygıyla susmak" mı gerekir acaba? Ya da acaba mecliste etek boyuyla ilgilenilen, yakından ilgilenilen "açık" kadınlar daha mı az eziliyordur? Bu memlekette "kapalılara" göre daha mı az nesne yerine konuluyor "açık" kadınlar? Veyahut da türbanlı olduğu için tacize uğramayan kadınların "açık" kadınlara oranla sokakta daha "ayrıcalıklı" olduğunu söylemek sakıncalı mıdır?
Velhasıl ben topyekûn yanılmış olabilirim. Belki de bu konu hakikaten ve samimiyetle konuşulmak istenmiyordur. Kim bilir?!
Ece Temelkuran
milliyet.com.tr
2 Nisan 2008 Çarşamba
Türbana "saygı"!
entry-content'>
Etiketler:
Saçmalardan Seçmeler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder